Şef Ali'nin köftesi nasıl şeftali kebabı oldu
Garsona biraz da kızgınlıkla söylendim: - Yanlış yemek getirdin dostum. Ben köfte değil, şeftali kebabı istedim! Garson kulağıma eğildi ve fısıldadı: "Şeftali kebabı bu!" Bu kez garsonun kulağına ben fısıldadım; "Bu kebap değil, köfte. Üstelik aşçı şeftali koymayı unutmuş!" İşte o an seçkin dostum Ertan Birinci o harika Kıbrıs şivesi ile söylendi: "Canını sıkan ne var canım!..." "Hiç" dedim...Yıllardır şu şeftali kebabını yemek isterdim, karşıma bizim Sultanahmet köftesinin irisi ve yağlısı geldi dedim! Sevgili Salih Sezer; "Mmmm! Hayatımda böyle köfte yemedim", dedi. Ben ise söyleniyorum: "Ben şeftalinin ortasında hep kebap düşündüm. Şimdi hayallerim yıkıldı. Yemem!..." Benim bu tepkimi yumuşatmak için şef geldi izah etti. "Bu köfte çok özeldir. Soğanı ince bıçakla doğranır. Maydanozu da öyle... Ama ikisi de bol konur. Sonra etin üzerinde bulunan ince yağ tabakası üzerine sarılır. Biz buna gömlek giydirmek deriz. Bu köfte kömür ateşinde pişirilir. Lezzeti harikadır." Girne'nin Niyazi Lokantası'nda bu tartışmaya nokta koymak için bir lokma aldım. Aman tanrım!...Bu köfte ne harika öyle!... Ben köfteleri götürürken Ertan kardeşim izah ediyor; - Bu köfteyi Ali isminde bir aşçı bulmuş. Önceleri Şef Ali'nin köftesi diyorlarmış. Sonra biz Kıbrıslılar her kelimeyi yuvarlayarak konuştuğumuz için Şef Ali'nin köftesi, şeftali köftesi oluvermiş!.. Bu harika yemek ortamında Lefkoşa'da yeni açılan üniversite kütüphanesini konuştuk. İddia şu; Böyle bir dev kütüphane Türkiye'de bile yok. Gençlik yıllarını İskenderun Kütüphanesi'nde geçiren biri olarak büyülendim. Konu siyasete kaydı... Ertan Birinci şu çok özel analizi yaptı; "Şu an Kıbrıs ikiye ayrılmış durumda. Yarısı Türkiye, yarısı Yunanistan! Şu an Kıbrıslı, Rauf Denktaş'ı üzdüğü için çok üzgün. Şu an Kıbrıslı, AB'nin yalan vaatlerine artık inanmıyor." Ertan Birinci dostum anlatıyor ya... Ben gerilere doğru uçup gidiyorum. Gençlik yıllarımda katıldığım o gösteriler aklıma geldi. Makarios'un kuklasını yakıp "Kıbrıs Türk'tür Türk kalacaktır" diye çılgınca çoook bağırmıştım. Daha sonra ise... Kıbrıs Barış Harekatı başlayınca önce Eğirdir Dağ Komando Okulu'ndan yedek subay olarak mezun olmuş ve sonra da gönüllü olarak Kayseri Hava İndirme Tugayı'na katılmıştım. Elbette gururluydum. Paraşütçü komando olmuş ve Kıbrıs Barış Harekatı'na katılan birinci taburda (Tahsin İnce Yarbay'ın kulakları çınlasın) o harekata katılan kahraman subaylarla yan yana kıta hizmeti yapmış, aynı masada yemek yemiş, aynı orduevinde kalmıştım. (Efsane Albay Korkut Eken'in de kulakları çınlasın. O bizim için bir kahramandı. Öyledir hala!...) Yemekten kalktım. Kapıdan çıktım, karşımda Beş Parmak dağları! O dağları benim taburum aşmıştı diye mırıldandım. Sonra saygıyla hazırola geçtim. Çünkü bayrak töreni vardı. Türk bayrağı bando eşliğinde göndere çekilirken yabancılar ise bu töreni fotoğraflıyordu. Müthiş duygulandım.Olay budur efendim! Sevgili dostum Ertan Birinci "Ne oldu?" dedi. Ben "hiç" dedim. "O harika günleri ve o harika duyguyu yeniden hissettim" dedim. "Kıbrıs Türk'tür Türk kalacaktır" diye mırıldandım. Taksiye bindim! Şoför gençten biri. "Dostum" dedim, "Kıbrıs ne durumda?" Şoför gülerek "Her şey yolunda" dedi, Sonra devam etti: "Bizim burada kumar, Rumlar'ın tarafında ise fuhuş var. Bizimkiler oraya fuhuşa, onlar buraya kumar oynamaya geliyor. Gül gibi geçinip gidiyoruz." Sevgili Salih Sezer söylendi: "Kıbrıs kumar ve fuhuş yüzünden batacak!..." Ben de söylendim: "Kıbrıs şeftali kebabı gibi olmuş" dedim. Girne'de akşam otelde kumarı ve kollu makineleri görünce Van'daki bir olay aklıma geldi. Otelde delik deşik olmuş bir kumar makinesini görünce sormuştum "ne oldu böyle?" Otel yetkilisi asık suratla cevapladı, "Ağanın biri para vermeyen makineye kızdı ve kalaşnikofla taradı!..." Kumarda kesin çözüm budur efendim!!!!!
|