Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar
Ne demişler; ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar!.. Ya da şarkının şu bölümü gibi; 'Uzun olur gemilerin direği. Yanık olur annelerin yüreği...' Öyle ya!... Vatani görevine davul zurna ile uğurlanan aslan gibi gençlerin, tabut içinde geldiği zaman o yürek parçalayan çığlığı kim atabilir? Hele ilk şehit haberi... Anneye söylenirken titreyen dudakları... Sonra ananın ta yüreğinden kopan o ölüm çığlığını!.. Tanrı bana bir baba olarak o çığlığı nasip etmesin diye her gün dua ederim. Çünkü kardeş acısının ne olduğunu bilirim.
EVİN DİREĞİ GİTMESİN Evladını yitiren anamın ve babamın kalan ömürlerinde ne acılar içinde yaşadıklarını da iyi bilirim. Efendim maruzatım şudur: Bir ailenin bir tek evladı var ya. Yani evin tek gülü olan o gençler var ya. Eğer yavruları bir taneyse Güneydoğu'ya gönderilmesin. Çünkü o bir çocuk, evin direğidir. O giderse o aile yok olur, yıkılır. Bakın ben dört kardeştim ve Kıbrıs Barış Harekatı'nda ilk giden bendim. "Vatan sağ olsun," diyorum. "Canım vatanıma feda olsun," diyorum. Ama tekrar ediyorum. Bir evin bir gülü varsa, onu Güneydoğu'ya göndermeyin. Evin tek gülünü soldurmayın. Efendim! "Evin tek güllerinin şu paralı askerlik yapanlar kadar değerleri olsun," diyorum. Hadi size yaşanmış bir hikâye daha... Dedem ve amcam birlikte savaşa gitmiş. Yıllarca vatan için savaşmışlar. Yaralanmışlar, cephede öldü diye bırakılmışlar, sonra esir kampları derken!.. İki kardeş, inanılmaz bir tesadüfün eseri olarak dönüş yolunda buluşmuş. Dönüşte!.. Dedem Abdullah Efendi, kardeşine demiş ki: "Savaşa gidenlerden çoğu dönmedi. Şimdi ikimiz birden dönersek birçok evde hüzün olur, gözyaşı olur. Evlatlarının dönüşünü bekleyen analar, ikimizi birden görürlerse hüzünlenir. Önce ben gideyim... Sen bekle. Birkaç gün sonra sessizce eve gelirsin..." Dedem bunları anlatırken gözyaşlarını saklardı. Sanki eve sağ dönmeyi ve üstelik iki kardeş olarak dönmeyi ayıp sayardı. İşte bu yüzden diyorum ki: Evin tek erkek çocukları evlerine ve analarına tabut içinde değil, güle oynaya dönsün. Şunu iyi bilirim. O anneler senede bir gün değil her gün yol gözler. Gece yarısı olsa bile kapıdaki anahtar sesi bile onları öyle mutlu eder ki. Yeter ki yuvaya dönsünler... Efendim! Şu yazacaklarım bir roman öyküsü değil, hayatın gerçeği. Bundan 20 yıl önceydi. Bulgaristan'dan kaçan ve Türkiye'ye iltica eden Sıtkı Kadiroğlu, anne, baba ve kardeş hasreti ile yanıyordu. Ama Bulgaristan'a gitmesi, ölüm demekti. Ana babası da Türkiye'ye dönemezdi ki. Bulgaristan'a gitmenin tek yolu vardı. O da ulusal formayı giymek. Genç güreşçi inanılmaz çalıştı. Seçmelerin hepsini kazandı, ulusal formaya seçildi. Önünde etek engel vardı. Bulgar Devlet Başkanı Jivkov'dan özel izin almak. O sorunu da Başbakan Turgut Özal çözdü.
FOTOĞRAFTA DONAN AN Beklenen an geldi. Genç güreşçi yıllar sonra ailesi ile buluşacaktı. Bu bir gazeteci için inanılmaz bir andı. Buluşma yerine daha önce gittim. Çalıların arkasına polislere gözükmeden saklandım. Yolun bir yanından genç güreşçi koşuyordu. Bir kadın ve üç genç kız da karşı yoldan. Ben sürekli fotoğraf çekiyordum. O sahneyi hiç unutmam. Anne çocuğunu öpüyor ve kokluyordu. Kız kardeşleri ise ayaklarına kapanmıştı. Duyduğum tek kelime şuydu: "Yavruum benim!.." Babasının Belene Kampı'nda öldüğünü öğrenince o fotoğraf orada sanki dondu kaldı. Bu tabloyu gözyaşları içinde çektim, gözyaşları içinde yazdım. Ana ve oğlunun yıllar sonra buluşmasının haberini Hürriyet şu başlıkla yayınladı: Ağlatan buluşma! O yıl bütün ödüller bu ana oğul haberine ve fotoğrafına verildi. Hâlâ hatırladıkça duygulanırım. MESAJ: Efendim, şu an bütün kitapçılarda satılan Yaşanan Hayat, Hayaller Değil... kitabımı alıp bana imzalatanlar şunu diyorlar: "Sayfayı açıyoruz, ilk söz şu: 'Bu kitabı annem liseli, deli kız için yazdım...' Sonra 'Harika çocuk olan' anneni anlatan yazıyı okuyoruz," ve duygularını anlatıyorlar. Ben de öyle mutlu oluyorum ki... İşte benim annem de öyle biri... Anacığım benim!..
|