| |
|
|
"Dediğim dedik, çaldığım düdük" modeli...
Jivkov dönemindeki baskılardan ötürü evini terk edip göçen bir Bulgaristanlı Türk tanıdığım vardı. Türkçe'yi bizim bildiğimiz kuralların dışına çıkarak da kullanırdı; bazen de hoş sözcükler üretirdi. Örneğin onun kullandığı bir araçla giderken, tek yönlü bir yola tersten girdiğimizi anlayınca "Tüh be, yine yanlışladık" demişti. Bu "Yanlışladık" sözcüğünü ben de zaman zaman kullanır oldum duyduğumdan beri. Örneğin ülkede istikrar ve kalkınma süreci yaşanırken birden siyasi ortam toz duman olmaya başlayınca, hemen kendi kendime "Yine nerde yanlışladık" diyorum. Çok partili demokrasi modelinin "İktidarlar seçimle ya da parlamentodaki sayısal tablonun değişmesi ile yenilenmelidir" şeklindeki en temel kuralını artık öğrenmiş olmamız gerekirken, nedense hep Bonapartist sapmalara yönelmemizi hiç anlamıyorum ve "Yine nerede yanlışladık" diyorum. Bir "İktidar arayışı"nın sonunda mutlaka bir "Rejim kavgası"na dönüşmesinin nedenleri arasında acaba "Hiç kapatılmamış parti" konumundaki "Bürokratik oligarşi"nin sabırsızlığı olabilir mi?
HIZLANDIRMALIYIZ Tabii ki demokrasiyi özümseyip, ülke sorunlarına demokratik yöntemlerle çözüm aramak geleneği, kısa sürede edinilemiyor. Bakın ABD'ye... "Bağımsızlık Bildirisi" nde insanların hür ve eşit doğduğunu yazan "Kurucu Babalar"ın evlerinde, çiftliklerinde siyah köleler vardı. Aradan 100 yıl geçtikten sonra patlayan Kuzey-Güney İç Savaşı'nın nedeni, Güney'in pamuk tarlalarındaki siyah kölelerle, Kuzey'in sanayi işçilerinin çelişkisi değil miydi? Ve İç Savaş'tan 100 yıl sonra Martin Luther King, "Bir rüyam var" diye konuşurken, ABD'nin gündeminde yine siyah Amerikalıların "Medeni haklar"ı bulunuyordu. Amerikan demokrasisinin siyahbeyaz eşitliği konusunu çözüme bağlaması 200 yılı aşkın bir süre almışken, bizim 50-60 yılda "Sivil demokrasi"yi tam anlamıyla işlerliğe kavuşturmamız nasıl beklenebilir ki? Ama bir yolunu bulup bu süreci hızlandırmamız da kaçınılmaz bir gerek. Önümüzdeki 10-12 yıl içinde AB normları, bizim de sosyo-politik hayat tarzımız olmak zorunda çünkü. "Yine yanlışladık" diyen Bulgaristanlı Türk'ün ülkesi komünizmden demokrasiye geçişi bizden hızlı başardığı için, AB üyeliğine de bizden daha yakın neticede. Demokrasiyi ve halkın tercihlerini rejime yönelmiş bir tehdit olarak gören kesimlerin değişmesi çok zor. İnancını, toplumun ve devletin dünyevi yaşamına zorla kabul ettirmeyi amaçlayan fanatikler de değişmez. Ama gerçekten demokrasiden yana olan sivil toplumun, acaba bazı alışkanlıklarını bırakmayı mı denemesi gerekiyor? Mesela farklı görüşlere sahip olan siyasetçiler, düşünce odakları, köşe yazarları ve sesi duyulan azınlıklar, birbirleriyle düne dönük kavgalar etmek yerine, bugünü ve yarını inşa etmek üzerinde uzlaşma denemelerini mi yeğ tutmalılar? Örneğin bir görüş sahibini eleştirmek için, onun geçmişte söylediklerini listeleyip, "Bugün dünden farklı konuşuyorsun" demek yerine, "Bugün farklı konuşmana sebep olan etkenler nedir" sorusuna cevap aramak daha doğru değil midir?
DÜN VE BUGÜN Bunun somut örneğini, Demirel'in üniversitelerdeki başörtüsü yasağına ilişkin seslendirdiği, ölçüsü kaçırılmış "Arabistan' a gitsinler" ifadesine gösterilen tepkilerde gördük. Şimdi Demirel'e öfkelenen herkes, mesela onun 2002'de Demokrat Kadınlar Derneği üyelerine yasağın yanlış olduğunu Kuranı Kerim'den ayetler okuyarak anlatmasını ve "Bu yasağın mantığı yok. Ümitsizliğe kapılmayın, hakkınızı aramaya devam edin. Kuran' da tesettürün olduğunu kabul ettirmek için zamanınızı harcayın" dediğini hatırlatıyor. Şu gerçeği görmeyi denesek daha doğru olmaz mı? Demirel bugün de 2002'de söylediklerini tekrarlasa, başörtüsüne (Veya türbana) yasağı hukukileştiren yerel ve evrensel yargı kararları değişecek mi veya Demirel'in sözleri ile YÖK üniversite kapılarını başı örtülülere açacak mı? Anayasa değiştirecek çoğunluğun lideri Erdoğan'ın sözleri mi açabiliyor ki bu kapıyı? Burada çözüm Demirel'i "Laikçi kamp"a itmek yerine, onun 2002'deki sözlerinin her kesimce kabul edilebilmesini sağlayacak "Demokratik ortam"ı sağlamlaştırmak değil mi? Veya laiklik üzerindeki kronik rejim tartışmalarını gündem dışına itmeyi bir süre denesek. Çünkü bu kısır döngü, en aklı başındaki insanları bile çileden çıkartıyor. Gerçekten demokrat olanlar bile "Dinci-laikçi" tartışmaları sonunda, "Lanet olsun demokrasiye" diyebiliyor. Kendisinden farklı düşünenlere "Sen Arabistan' a, sen de İran'a git" diye, siyasi turizm şirketleri kurma denemeleri yapabiliyorlar. Sonunda marjinal görüşler, demokratik düşünce ortamının sanki hakim çizgisiymiş gibi bir görüntü çıkıyor ortaya.
|