| |
|
|
Tayyip Erdoğan Necdet Sezer ve Turgut Özal...
Turgut Özal'ı ölüm yıldönümünde bir kez daha anarken, çok güncel olan "Tayyip Erdoğan' la Turgut Özal' ın benzerlikleri var mı" sorusuna da cevap aramanın gerektiğini düşünüyorum. Veya "Sadece çalışkan olmak, sadece dindar olmak, sadece halkın desteğini almak iki politikacıyı özdeş kılar mı" sorusuna da cevap aramanın gerektiğini düşünüyorum. Turgut Özal'ın Türk siyaset hayatına getirdiği "Vizyon", "Misyon", "İcraat" gibi kavramların ötesindeki bence en farklı niteliği, kalıpları ve şablonları kırması, tabuları yıkmasıdır. Bu kalıplar, şablonlar ve tabular, sadece Özal'ın "Cumhuriyet muhafızı" diye nitelediği kesimler için söz konusu değil. "Ruhban sınıfı" veya kutsal kitapların tartışılmazlığına dayalı olarak toplumu ve bireyleri bir kalıp içinde değerlendiren din görevlileri veya insanları ve toplumları inançlarına göre değerlendiren politikacılar da derin siyaset açısından "Tam sivil" değillerdir. Örnek verelim. Cumhurbaşkanı Sezer ve onun gibi düşünenler için mesela "Türban" veya genel olarak "Başı örtülü olmak" siyasi İslam'ın simgesi. Bu kesim, türbana bu nedenle kamusal alanı kapatıyor. Ama Başbakan Erdoğan için de, mesela frak ya da smokin, varlığına karşı tepki duyulan "Bir şey" in simgesi. Erdoğan, uluslararası toplantılarda meslektaşı olan yabancı devlet temsilcileri protokol gereği smokin giyerken, bu giysiyi giymiyor. Yani bu açıdan Sezer'le Erdoğan'ın, karşı oldukları şeyi şablonlarla veya giysilerle belirleyen ortak yanları var. Turgut Özal bu açıdan çok farklıydı. Gerektiğinde frak ya da smokin giyerdi. Ama başı örtülülere de, başı açıklara da yakındı. Türk modernleşmesinin öncüsüydü, ama öldüğü zaman halk kitleleri onu "Dindar Cumhurbaşkanımız" sloganıyla da uğurlamıştı. Burada önemli bir ayrımı yine vurgulamalıyız. "Sivil" olmak sadece "Üniformalı olmamak" anlamına gelmiyor. Sivil insan tabii ki dindar olabilir. Ama siyasetteki derin anlamı ile "Sivil insan" ın beyni, kalıplaşmış önyargılardan, kamusal veya inançsal konumlara göre oluşturulmuş ve insanları laikçi ya da teokratik kategorileştirmelere dayalı kamplara ayıran bakış açılarından arınmıştır. Nasıl "Eşlerinin başları örtülü olanlar bizden değil" demek yanlışsa, "Eşlerinin başları açık olanlar bizden değil" demek de sivil ve demokrat anlayışa sığmaz. Özal bu açıdan ne Erdoğan'a, ne de Sezer'e benziyordu. Özal için ekip seçiminde kriter, "Başarılı, yetenekli, bilgili" olmaktı. Çalıştığı yakın ekibi içinde eşlerinin başları açık olanlar da, kapalı olanlar da vardı. Özal "Bütün Türkiye" gibiydi. Özal'ın simgelediği "Demokrat, sivil ve dindar politikacı" portresinde "Ötekiler" yoktu. Özal ve ekibinin bulunduğu toplantılarda, hiçbir farklı sosyal kesim mensubu, "Biz bunların yanında yabancıyız" duygusunu hissetmezdi. Yani liderler gerçekten sivil ve gerçekten demokrat oldukları zaman toplum rahatlıyor. Şunu da vurgulayalım. "Müspet ilim" tek başına ne uygarlığın ne laikliğin güvencesidir. İşte teokratik İran, nükleer teknoloji ile uygar dünyaya karşı antitez olarak çıkıyor. "Ulusal zenginlik" de toplumların mutluluğuna yetmiyor. İşte Suudi Arabistan'da kişi başına ulusal gelir payı, İsveç'inkinden az değil. Sivil, demokrat, özgür ve hukukun üstün olduğu (Avrupa İnsan hakları Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkının Özal döneminde gerçekleştiğini unutmayalım) bir modelde toplumlar dünyalı olmayı başardıkları zaman istikrar ve neticesinde refah da geliyor. Turgut Özal Türkiye'ye bunu hatırlatmıştı bence.
|