Kamboçya uçağına kim biner?
Gözlüklü, çok kısa saçlı, kaslı, erkeksi kadın ile onun yanında oturan ve uçak yolculuğu boyunca, tam bir saate yakın makyaj yapan ince hatlı, narin yapılı eşcinsel genç birbirlerinin devamı mı, birbirlerinin zıttı mı anlayamıyorum. Dörtlü sıranın en normal gözükeni üçüncü koltuktaki... Onun yanındaki ise saçlarını sıfıra vurdurmuş, kafasına da güneşlik kepi geçirmiş. Şapkanın siperliği var, gerisi yok yani... Buranın saati akşamüstü altı, Türkiye'de ise saat henüz öğlen bir. Dışarıda hava kararmış. Uzakdoğu motifleriyle süslü bir Tayland uçağı... Yolcuları neşesiz. Uçakta, evdeki ampullerden bir kısmını söndürmüş dar gelirli bir hane halkının ezikliği var gibi. Kendi kendime soruyorum, "Saat altıda Kamboçya uçağına kimler biner?..." Biz, oradaki Türk okulunu görmeye gidiyoruz.
*** Pnom Penh Havaalanı'na doğru alçalırken, ışıksız, karanlıklar içinde bir kente geldiğimizi uçağın küçük penceresinden görüyorum. Otuz derece sıcakla ve avlanmak için dolaşıp duran sineklerle ise havaalanına girince karşılaşıyoruz. Hiç tahmin etmediğim ultra lüks Pnom Penh Oteli'ne giderken, uçaktan gördüğümüz karanlık sokaklardan geçiyoruz.
*** Pol Pot ismi, dünyayı izlemeye meraklı olan bizim yaşımızdaki insanlar için iki milyon insanı kanlı bir şekilde öldürerek "devrimcilik" yapmak isteyen bir ruh hastası anlamına gelir. Tüm gözlüklü insanlarını "batı ajanı" olmakla suçlayıp işkenceyle öldüren, tüm kentlileri pirinç tarlalarına süren, aileleri birbirinden ayıran, okulları kapatan, parayı ortadan kaldıran, dış dünyayla ilişkileri kesen bir psikopat anlayışın ülkeyi ne hale getirdiğini daha iner inmez anlıyorsunuz. Elektriğin olmadığı, mevcudun jeneratörle üretildiği, yoksul bir halkın yaşadığı bu ülkede, epeydir açık bulunan ama müthiş donanımlı lüks binasına yeni geçen "Uluslararası Zaman Okulu" kurtarılmış bölge gibi... Dahası Türkiye'nin Kamboçya ile diplomatik ilişkisi yok ama okulun kuruluşuna parasal destek vermiş olan Anadolulu orta boy işletmeciler de burada ziyarette... Anadolu'daki girişimcilerle dış dünyadaki Türk okullarını birbiriyle irtibatlamışlar. Isparta Kamboçya'ya talip olmuşsa, Vietnam'ı da Kahramanmaraş sahiplenmiş. Türkiye bu okullar vasıtasıyla dışarı açılırken, gidilen yerlerle Anadolu arasında da bağ kuruluyor. Kızıl Khmerlerin iktidarı sırasında milyonlarca insanı gözünü kırpmadan öldüren ve daha çok insan kestikçe daha çok devrimci olunacağına inanan Pol Pot'un ülkesini aslında uzun uzun anlatmak lazım...
*** Bir saatlik uzaklıktaki Tayland'ın başkenti Bangkok ise benim açımdan tam bir yeni çağ metropolü... Kamboçya'da zaman durmuştu, burada ise koşmakta... Uluslararası sisteme kenetlenmiş, aşırı enerjik ve kaotik bir yaşam üslubuyla koşuşturan bir koca metropol... Kamboçya'nın sefaleti yanında burası sanki multimilyonerlerin kenti gibi geliyor insana. Ancak tabii ki bu doğru bir imaj değil. Tayland, Kamboçya'ya göre çok daha fazla kalkınmış, dünya ile ilişkilerini derinleştirmiş ama henüz tüm sorunları da istediği gibi çözmüş değil. Herkesin elinde bir el arabası var. Sanki herkesin bir işi, bir de başkalarına el arabasında yemek satmak gibi ikinci bir işi bulunuyor. Binlerce işporta arabasında bir şeyler satılıp duruyor. İnsanlar evlerde yemek pişirmek yerine ayak üstü bunları atıştırıyor. El arabasında yemek satmayanlar da küçücük dükkanlarda esnaflık yapar gibi. Ancak, detaylardan ziyade kentin dinamizmi sizi çekiyor. Burası yaşayan bir kent... Üstelik bu yeni çağda...
*** Hızlı bir turun kısa özetinde, Kamboçya'yı Pol Pot eliyle mahvedilmiş bir mağduriyet vesikası gibi algılarken, Tayland'ı da Uzakdoğu'nun New-York'u gibi hafızama yerleştiriyorum... İlk baştaki resim karemde bunlar var. O resimlerin detaylarına inince neler çıkar, onları da sonra konuşuruz...
|