| |
İki ayrı hükümet mi var?
Cuma günü Orhan Pamuk davasını, Şişli Adliyesi'nin içinden ve dışından izleseydiniz, ister istemez bu soru sizin de aklınıza gelecekti: - Acaba, iki ayrı hükümet mi var?
Aslında aynı soru, yeni TCK'nın 301'i de içeren kimi maddelerinin taslakları sırasında da akla gelmişti ama bu kadar yüksek sesle sorulmamıştı. Yazarçizerleri yeniden yargıyla yüz yüze bırakarak uygar dünyanın tepkisini çeken o maddeyi kim öyle formüle etmiş ve tasarıda kalması için kim ısrarcı olmuştu? Bunun Türkiye'yi yasakçı ülkeler arasına sokan manzaralara yol açacağı bilinmiyor muydu ya da bilindiği için mi o madde oraya konulmuştu?
Aynı Ermeni Konferansı'nda olduğu gibi, hangi güç, daha önce İstanbul Adliyesi Cumhuriyet Başsavcılığı'nca takipsizlik kararı verilmiş düzmece bir ihbarın Şişli Adliyesi'nce dava konusu yapılmasını sağlamıştı? Bu dava, "suçun" işlendiği iddia edilen tarih itibariyle eski TCK'nın 159. maddesine girdiği ve bu maddeden davaların açılması Adalet Bakanlığı iznine tabi olduğu halde kim bu gerçekleri görmezden gelmişti? Adalet Bakanlığı'nın görüşünü soran mektup neden dava gününden üç gün önce adi postayla postaya verilmişti? Olayların gelişiminden günü gününe haberdar olan Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı neden kılını kıpırdatmamıştı?
Davanın ilk duruşma gününün, AB Zirvesi'nin yapıldığı güne konması, ertesi günün Türkiye'nin AB'den müzakere günü almasını sağlayan tarihin yıldönümü olması, şaşırtıcı rastlantılar mı yoksa bunlarda AB düşmanı bir zihniyetin ince sinyalleri mi var? Orhan Pamuk'un davasının yapılacağı gün, bırakın ulusal basını, dünya basını da teyakkuzdaydı. Örneğin, Guardian gazetesi tüm bir sayfayı bu davaya ayırmakla kalmamış, bununla ilgili bir de başyazı yazmıştı. Yerli ve yabancı basını tek duymayan İçişleri Bakanlığı ve onun İstanbul'daki örgütüydü sanki... Adliyenin içinde ve dışında saldırganlara gösterilen inanılmaz hoşgörü ancak "emirle" olabilecek boyuttaydı... Her zaman konan bariyerlerin karşı kaldırıma yerleştirilmesi ve içerde davayı bir sirke döndüren kadroluların engellenmesi, Türkiye'nin dünyaya rezil olmasını önlemeye yetecekti. Bunların kasten yapılmadığı aşikardı...
Adliyenin "nöbetçi savcısı" başta Orhan Pamuk oradakilere yapılan hareketleri, penceresinden baktığı vakit fiziki saldırıda bulunanları görebilirdi. Hiçbir girişim olmadı. "Hakaret davası"nı açmaktaki ısrarlı girişim, oradaki saldırılara karşı sağırdı.
İstanbul Valiliği, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, siyasilerin toplantılarına gösterdikleri itina ve özenin binde birini gösterme zahmeti içinde değildi.
Başbakan önceki gün, yönettiği ülkede yaşanan bu olaylar karşısında öfkeliydi. Şunları söyledi: "Kalkıp adliyenin içine kadar girip, bu tür eylemlere girmek, dışarıda aynı tür eylemleri yapmak... Bu konuyla ilgili İçişleri Bakanımızı da uyardım. Bu işin araştırmasını da soruşturmasını da yapacaksın. Burada, Emniyette ağır kusurlar varsa, üzerine gidilmesi lazım. Çünkü burada bu protestoları yapanlara bu kadar geniş bir zemin bırakılmaması gerekir." İçişleri Bakanlığı ile ilgili bunları söyleyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Adalet Bakanlığı için de şunları söylemekte: "Pazartesi günü Bakanlar Kurulu'nda Adalet Bakanımızla ayrıca görüşeceğiz."
Bir yandan AB sürecini canla başla götüren, öte yandan bu süreçte kendi içinden çelmelenen bir hükümet görüntüsü ile ne kadar yola devam edilebilir. Eski bir İngiliz Bakan'a tekme atarak düşürenlere hoşgörü gösteren, düşündüğünü söylediği için dünyaca tanınmış yazarını yargılayan bir ülkenin bu görüntüsü de oranın yönetimini ne kadar saygın kılar? Galiba "derin" bir hesaplaşmaya ihtiyaç var. Çünkü hesabı, bu "hesaplaşmayı" yapamayanlar herkesten önce ödeyecek.
|