|
|
Attila İlhan geçiyor demek saat 9 olmuş!
Yürümeyi seven, otobüse binen, hep halkın içinde olmayı tercih eden, metotlu ve çok dakik yaşayan Attila İlhan'ı kızkardeşi Çolpan İlhan ve yeğeni Kerem Alışık anlattı: O sabahleyin Divan'a giderken, insanlar 'sabah 9 diye' saatini ayarlardı.
Bayramdan bir gün önce Nişantaşı'ndaki evlerinde Attila İlhan'ı konuşurken Çolpan İlhan ve Kerem Alışık'ta elbette hüzün vardı. Kimi zaman gözleri doldu, ellerini sıktılar acılarını bastırabilmek için... Kimi zaman anılar devreye girdi, hüzün bulutunu az biraz olsun dağıttı... Salonun bir yanında; Sadri Alışık... Elinde sigarası ve gözlerindeki delici bakışıyla siyah beyaz fotoğrafın içinden her an çıkacakmış gibi duruyordu. Öte yanda Attila İlhan... Her zamanki gibi başında kasketiyle renkli bir fotoğraf karesinde, 'yine bir şeyler düşünüyordu'... Kerem Alışık; "Bir omzumda babam oturuyordu, şimdi geldi öbür omzuma dayım oturdu" diyor ve sonra da ekliyordu: "Bunlar yük değil. Bunlar onur. Ve bu onurları başımızı dik tutarak yaşamak zorundayız. Babama ne yaptıysak şimdi dayımla ilgili de; işte vakfı, müzesi, şiir ve roman yarışmaları yani Attila İlhan'ı yaşatma uğruna bütün gerekenleri yapacağız aile olarak." Vasiyeti mi neydi İlhan'ın... Yeğeni, cevap verdi: "Ölümü iplemedi ki o, vasiyetten anlamazdı. Ondan sonraki bütün kuşaklara yetecek kadar eseri olan bir dayım var, yani mirası bu..." Şiirleri, senaryoları, köşe yazıları, söylemleri ve kitapları... "Attila İlhan bir dünyaydı" demesi boşa değil Çolpan Hanım'ın. Ama bütün bunların dışında ya insan olarak nasıldı Attila İlhan... Karakteri nasıldı, dünyaya nasıl bakardı, nelerden hoşlanır, neleri yapmaktan sıkılırdı... İşte kızkardeşi ve yeğeninin gözünden o insan; Attila İlhan...
80 YILDIR ÖĞRENCİYDİ Çolpan İlhan anlatıyor: 80 yaşına bastığında Dünya gazetesi bir özel sayı yapmıştı. '80 yaşının üzerinde fazla durmayın' dedim, 'Nazar değdireceksiniz!' dedim. '80 yaşında çok insan var ve gayet iyi' dedim. O beni içimden tedirgin etti yani. Hatta ne ne yazalım dediler; '80 yaş yazmayın da 80 yıl yazın; 80 yıldır hala öğrenci'... Çünkü bir öğrenci gibiydi... Her sabah o bizden evvel kalkardı Kanlıca'daki evde; kahvaltısını eder, şemsiyenin altına dosyalarını kağıtlarını koyar, orada tık tık tık çalışır. Çalışıyor diye de rahatsız etmek istemezdim. Şöyle bir dolanırdım. 'Abi acık dinlen', 'Yok ben çok güzel dinleniyorum, burası bana çok iyi geliyor' diyordu. Fakat öyle bir insandı ki; her şeyle ilgileniyordu. Mesela şeyi hatırlıyorum; 'Biliyor musun bu yıl kelebekler yok!' dedi. 'Nasıl yani' dedim. 'Kelebekleri göremiyorum ortada' dedi. 'Kelebekler mi vardı her yıl' dedim ben şimdi. O kelebekler onun için mesele olurdu. Karabataklar; onların o isabetleri... Dürbününü alır incelerdi, öyle dinlenirdi. Hayattaki her şeyi gözlemleyip, bir anlam katarak onlara, dinlenirdi.
KATMANLARI BİRLEŞTİRDİ Kerem Alışık anlatıyor: "Öyle bir insandı ki o, hiçbir zaman kendine ait olmayan ama her zaman kendi olan bir insandı. Herkese el vermişti. Onun önce Divan Pastanesi'nde başlayan sonra The Marmara'ya taşan, sonra Gezi'ye taşan; sabah saat 9-12 arası çay kahve ve yazı yazma zamanlarında; onu seven ve ondan fikir almak isteyen insanlar o zamanlarını doldurdu. Onlara nasihat verdi, fikir verdi, bilgi verdi, emek verdi... Cep telefonu kullanmazdı dayım. Danışmam gereken şeyler oldu mu beklerdim... Öğlen 12'ye kadar Divan'da, Divan'dan eve gelecek saat 12.30. Saat birde yemek yerdi, sonra öğle uykusu. Üçte kalkar. Şimdi arayamam, dört olsun arayayım konuşayım. Çok planlı, sistemli... Radyoevinde sabahleyin Divan'a giderken insanlar onu gördüğünde, sabah 9 diye saatini ayarlardı. Bütün hayatı farklı yaşamış, hayatı boyunca farklı olmuş bir insandı. Ve bu farklılığıyla da toplumumuzun her katmanına her kesimine mal olmuş bir insandı. Bakın; sağcısı, solcusu, liberali, devrimcisi, İslamcısı ne olursa olsun her kesim onu çok sevdi, fikirlerine hürmet etti, her kesim saygı gösterdi. Bu yaşarken de yaşadıktan sonra da; cenazesinde de, anma töreninde de böyle oldu. Tüm bu katmanları birleştirdi cenazesinde. Bir yanımda Deniz Baykal vardı, sağ yanımda Mehmet Ağar vardı. Arkamda sayın valimiz sayın belediye başkanımız vardı. Kültür Bakanı vardı. Böyle bir topluluğu, böyle bir kesimi, görüşleri ve saygınlığı, doğru sezişleri, doğru düşünceleriyle hepsini kendine hayran bırakmış ve hepsine 'peki' dedirtmiş bir insandı. Hep onun söylediği şuydu; 'Bir edebiyatçının görevi; kendi gördüğü birtakım eksikleri, bazı zafiyetleri topluma yansıtmaktır. Bunu yazarak anlatır, kendi fikrini söyler.' Ve dayım bunu bütün makalelerinde olsun, kitaplarında olsun, televizyon programlarında olsun, her zaman dile getirdi."
BELGİN ÇOBAN
|