kapat
   
SABAH Gazetesi
 
    Yazarlar
    Günün İçinden
    Ekonomi
    Gündem
    Siyaset
    Dünya
    Spor
    Hava Durumu
    Sarı Sayfalar
    Ana Sayfa
    Dosyalar
    Arşiv
    Etkinlikler
    Günaydın
    Televizyon
    Astroloji
    Magazin
    Sağlık
    Cumartesi
  » Aktüel Pazar
    Otomobil
    Sinema
    Çizerler
Bizimcity
Sizinkiler
emedya.sabah.com.tr
Google
Google Arama
 
Chirac'ın Brütüs'ü
Chirac'ın Brütüs'ü çok kararlı

Nicolas Sarkozy bir gün cumhurbaşkanı olmayı daha siyasete adımını attığı ilk gün kafasına koymuştu. Bu amacına ulaşmak için Chirac'ı kandırmayı bile başardı...


Chirac'ın Brütüs'ü

Bir gün cumhurbaşkanı olmayı daha siyasete ilk adımını attığı gün kafasına koyan Nicolas Sarkozy, "Amaca ulaşmak için tüm araçların mübah olduğuna" inanıyor. İhanet dahil. Zaten bunun bol bol örneğini verdi. Chirac'a karşı bile....

Yarım yüzyıllık Avrupa Birliği'nin en trajik hesaplaşması olarak tarihe geçen (William Shakespeare'in bile o kadarını hayal edemeyeceği söyleniyor) AB'nin Brüksel zirvesinin tek galibi İngiltere'nin light sosyal demokrat Başbakanı Tony Blair değil. Biri daha var onun zaferine gizliden ortak olan ya da en azından ellerini çaktırmadan oğuşturan: 70'lik Jacques Chirac'ın referandumdaki yıkım ve Brüksel zirvesindeki aşağılanmadan sonra 2007'deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylık şansını tümüyle yitirdiğini ve Elysee Sarayı yolunda kendisinin önüne şimdiden kırmızı halılar serildiğini gören Nicolas Sarkozy. (Chirac'ın öfkesini ve acısını kamçılayan ne biliyor musunuz; Sarkozy'nin Blair hayranı olması!) Konuyu bizim açımızdan irdelersek, Almanya'- da çok büyük olasılıkla önümüzdeki eylülde yapılacak erken genel seçimleri kazanması neredeyse yüzde 99,99 kesinlikte olan Hıristiyan-Demokratlar'ın lideri Angelika Merkel'in bir de erkeği çıkacak yolumuza. (Ne demişler; hiçbir felaket tek gelmez...) AB'nin Türkiye yanlısı en güçlü cephe olarak gösterilen Fransa-Almanya motoru, en geç 2007 ilkbaharında aşılması bir hayli zorlu takoza dönüşecek. Bu durumda Merkel'den sonra Sarkozy de "Pazar portresi" olmayı fazlasıyla hak ediyor; değil mi? Öyle ya; sadece yandaşlarımızı değil, karşıtlarımızı da tanımak zorundayız. Hem sonra ne demişler; akıllı düşmanı, aptal dosta yeğlerim. Tanrı şahittir; Merkel gibi Sarkozy de zeki ve akıllı. Hem de gereğinden fazla. Can sıkacak kadar fazla...


Fransa'nın iktidardaki Halkçı Hareket Birliği'nin (UMP) lideri ve de referandum depreminden sonra kurulan yeni hükümetin iki numaralı ismi Nicolas Sarkozy uzaklardan geliyor. Kahramanımız, Macar kökenli. (Fransa da "mozaik" toplum yapısı açısından, biraz Türkiye'- yi andırıyor. Tek ama can alıcı fark; orada mozaiğin taşlarının bir bütünün parçası olmaları, Türkiye'deki gibi künyesini sayarken ilk sıralarda sülalesinin geldiği memleketi belirtme ihtiyacı duymamaları...) Sarkozy'nin babası orta sınıfın hemen üstünde yer alan, yani geliri iyice ama atalarından miras soyadına yaraşır yaşam biçimine de pek imkan vermeyen bir soyluydu. Eh işte, boğaz tokluğuna uşak çalıştıran Don Kişot'un bir parmak üstü. Ahı gitmiş, vahı kalmış bir derebeyi kalıntısı...

BABASI KOMÜNİZMDEN KAÇTI
Başkent Budapeşte'ye 100 kilometre uzaklıktaki Alatayan kasabasındaki birkaç dönümlük çiftliğinde ve onun ortasında yükselen küçük şatosunda ailesiyle bir yaşam sürüyordu 1928 doğumlu Pal Nagy-Bocsa y Sarközy. 1944'e kadar. İkinci Dünya Savaşı'nın sonunun gelmekte olduğunu müjdeleyen o yıl Kızıl Ordu'nun Macaristan sınırına dayandığını görünce can havliyle ülkeden kaçan ailesiyle birlikte ona da gurbet yolları göründü. (Nicolas Sarkozy çok yıllar sonra o yıkım yıllarını anlatırken "Ben komünizmden kaçan bir Macar göçmeninin çocuğuyum. Babam bir trenin tekerlekleri arasında Macaristan'dan kaçtı" diyecekti.) Avusturya ile Almanya arasında kaç kez gidip geldiğini kendisi de hatırlamıyor. Sonunda Baden-Baden'de Fransa için paralı asker toplayan bir "işadamı" ile tanıştı. 5 yıllık sözleşme imzaladı. Macar soylusu artık Fransız ordusunun bir lejyoneriydi. Cezayir'e, Sidi Bel- Abbas'taki garnizona gönderildi. Sonraki durağı Vietnam olacaktı. Ama olmadı. Daha doğrusu gitmeyi reddetti. Gerekçesi: Sağlık durumunun oranın tropikal iklimine uyum sağlayamayacağı... 1948'de sözleşmesi feshedildi. Bu arada adını "Fransızlaştırmıştı": Paul Sarkozy de Nagy-Bocza. Aman ha; "de" takısı çok önemli; sülalenin soyluluğunu o anlatıyor. Lejyonerlik bitmişti ama cebinde beş parası yoktu. Ne yapabileceğini düşündü, sordu, araştırdı. Sonunda reklamcılık sektöründe karar kıldı. Bir yıl sonra bir genç kızla tanıştı. Adı: Andree Mallah. Babası doktordu. Memleketi ise... (BuyurunBizim komplo teoricilerine oynamaları için bir avuç daha bilye verelim...) Evet, o sıralar hukuk öğrencisi olan Andree Mallah'ın kökenine gelince... Bir Selanik Yahudisi'nin kızıydı! Bu durumda 28 Ocak 1955'te Paris'te dünyaya gelen Nicolas Sarkozy baba tarafından Macar kanı taşıyor, anne tarafından da Selanik Yahudisi kanı!

PARÇALANMIŞ AİLE ÇOCUĞU

Çiftin iki çocuğu daha olacaktı. Biri Nicolas'tan önce 1952'de dünyaya gelen Guillaume (tekstilci sanayicisi oldu. Şu sıralar Fransa'nın TÜSİAD'ı MEDEF'in, hani şu geçen hafta Türkiye'ye gelip AB perspektifimize tam destek veren Fransız patronlar kulübünün başkan yardımcılığı görevini de yürütüyor.) Diğeri Nicolas'tan sonra 1957'de doğan François (O da çocuk doktoru ve biyolojist). Daha sonra da 1959'da, baba Sarkozy eşini üç oğluyla baş başa bırakıp evi terk edecekti. Başka bir kadına tutulmuştu. O kadını başka bir kadına tutulması, onu da yine başka bir kadına deli divane olması izleyecekti! Ve bu daldan dala konduğu üç evliliğinin ikincisinden iki çocuk daha kazandıracaktı Fransa'ya. Biri erkek (Olivier), diğeri kız (Caroline). Sarkozy'nin de o alanda -biraz da olsa- babasına çektiğini söyleyebiliriz. Az ilerde anlatacağız. Nicolas'ın annesi üç çocuğuyla ortada kalınca, yarıda bıraktığı hukuk öğrenimine geri döndü. Bitirdi. Başarıyla. Avukat oldu. Nanterre barosuna kaydını yaptırdı. 1970'lerde Villarceaux dosyası diye ünlenen epey politikacının da karıştığı gayrimenkul yolsuzluğu davasında mağdur avukatlarından biri olarak epey kendinden söz ettirecekti. Nicolas parçalanmış aile çocuğu olmanın da etkisiyle kötü bir öğrencilik hayatı geçirdi. Hatta orta öğrenimde annesi onu kolejden alıp devlet okuluna yazdırdı, bir de çift dikiş yaptırdı. İlerde biraz açıldı, annesi gibi hukuk öğrenimini seçti ve 1978'de idare eden bir notla diplomasını aldı. Doğrusu pek de avukatlık yapmadı. Üniversitenin ilk yılında siyasete atladı, General de Gaulle çizgisindeki Cumhuriyetçi Demokratlar Birliği'ne (UDR) girdi. Gençlik kollarına. 1977'de o partinin devamı olan, Jacques Chirac'ın kurduğu Cumhuriyet İçin Birlik (RPR) listelerinden Neuilly-Puteaux'da belediye meclisine seçildi. 37 adaylı listenin 37'ncisiydi ve tercih oylarıyla ön sıradakileri geçmeyi başarmıştı.

YASAK AŞKIYLA EVLENDİ
Gençlik yıllarını hızla geçip bugünlere gelelim. Yoksa sayfa yetmeyecek. 1978'de askere gitti. 1982'de Korsikalı bir eczacının kızı olan Marie-Dominique Culioli ile evlendi. (İlerde İçişleri Bakanlığı görevine getirilince, Korsikalı ayrılıkçıların korkulu rüyası olacaktı), iki oğlu oldu: 1985'te doğan Pierre ve 1987 doğumlu Jean. 1980'de Chirac'ın cumhurbaşkanlığı adaylığını destekleyen gençler komitesinin başkanlığına getirildi. (1981'deki cumhurbaşkanlığı seçimini sosyalist François Mitterrand kazandı). 1983'te Neuillysur-Seine belediye başkanlığına seçildi. Ve Fransa'nın o dönemdeki en genç belediye başkanı olarak medyanın epey ilgisini çekti. Onu parlamentoya atlaması izledi. 1989'da milletvekili seçildi. 34 yaşındaydı. 38 yaşında ise bütçeden sorumlu Devlet Bakanı olarak kabineye girecekti. 1986'da özel hayatını allak-bullak eden bir gelişme oldu: Cecilia Martin ile tanıştı. Evli ve iki çocuk annesi bir kadınla. Televizyon programcısı Jacques Martin'in eşiyle. Yasak aşklarını uzun süre kimseye hissettirmeden sürdürdüler. İşin sarpa sarmaya başladığını anlayınca, ikisi de boşanıp, hayatlarını birleştirdiler. Nicolas Sarkozy'nin bu evlilikten de bir kızı dünyaya geldi. (Şu sıralar ikinci eşiyle de arası iyi değil. Bakalım boşanacaklar mı? Ve bakalım bu ikinci evliliğinin de arasına yine bir kara kedi mi girdi? Yakında öğreniriz. Dedik ya; babasına çekmiş.) Yıl 1995. Chirac ona artık manevi oğlu gözüyle bakıyordu. Ve o yıl cumhurbaşkanlığı seçimleri vardı. Sürpriz! Sarkozy, İzmirli bir levanten aileden gelen Edouard Balladur'un yanında yer aldı! Kampanya boyunca gittiği her yerde partililerce "Hain" diye yuhalandı. Ve seçimi Chirac kazandı. Tabii Sarkozy'nin hükümette hiçbir göreve getirilmediğini söylemeye gerek yok. Artık sadece RPR'nin yerine kurulan ve ana misyonu Chirac'ı bir kez daha seçtirmek olan Halkçı Hareket Birliği'nde (UMP) yöneticilikle günlerini geçiriyordu.

CHIRAC AMAÇLARINI ANLADI
O zor günlerinden ders aldı. Ya da almış göründü: 2002'deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Chirac'ın kampanyasını yürütenlerin en ön saflarında yer aldı. "Aferin" dedi tekrar seçilen Chirac, "Hah şöyle, aklın başına gelsin..." Elysee, başkanlık sarayı, onun burnunun yeterince sürtüldüğü sonucuna varıp ödüllendirmeye karar verdi: Yeni Başbakan Jean-Pierre Raffarin'in hükümetinde Ekonomi, Maliye ve Sanayi Bakanlığı görevine getirildi. Daha sonra partinin tüm ağır toplarının gönlünden geçen İçişleri Bakanlığı'na. 2004'te Sarkozy'nin, Chirac'ın hep kuşkulandığı gizli amaçları ya da hesapları bir kez daha ortaya döküldü. Bir yolsuzluk davası nedeniyle siyasetten çekilmek zorunda kalan UMP Genel Başkanı (ve eski Başbakan) Alain Juppe'nin yerine aday olduğunu açıkladı. Bu, 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını koyacağı mesajı oluyordu aynı zamanda. Chirac hop oturup hop kalktı. Televizyona çıkıp, "Öyle birden çok koltukta oturmak yok" dedi, "Tercih etmek zorundasın; ya hükümette görev ya da partide..." Delegelerin yüzde 85'inin oyuyla UMP'nin başına getirildi. Ertesi gün hükümetten ayrıldı. Gel zaman git zaman... Fransa'da 29 Mayıs'taki referandumda halkın AB Anayasası'nı reddetmesiyle başlayan şiddetli siyasal depremde Chirac'ın isteğiyle Raffarin istifa edince ve Dominique de Villepin hükümeti kurmakla görevlendirilince, -biraz da yenilginin faturasından ona da pay çıkarmak amacıyla- Sarkozy tekrar kabineye çağrıldı. İçişleri Bakanlığı'na getirildi. Başbakan yardımcılığı da verilerek hükümetin iki numaralı adamı yapılıyordu. Daha iki yıl önce onu koltuklar arasında tercihe zorlayan Chirac tüm atıp-tutmalarını unutmuş, kabine dışındaki Sarkozy'nin kabine içindeki Sarkozy'ye göre daha tehlikeli olacağı sonucuna vararak denetim menziline çekmeyi tercih etmişti. Sarkozy şimdi hafta içinde bakanlık görevini yürütüyor, hafta sonunda ise parti liderliği görevini. Hafta içinde uysal çocuk profili çiziyor, hafta sonunda aday olacağına açıkladığı 2007 cumhurbaşkanlığı seçiminin kampanyasını yürütüyor. (Referandum ve onu izleyen Brüksel zirvesi bozgunlarıyla birkaç günde birçok yıl yaşlanan Chirac ise Elysee'de yaralı aslan misali artık kimseyi korkutmayan kükremeleriyle sinirlerini boşaltıyor. Ama boşuna: Kamuoyu araştırmalarına göre Chirac'a halk desteği yüzde 28'e indi, Sarkozy'ye ise yüzde 70'lere çıktı. Brütüs'ün silaha başvurmasına gerek yok; Sezar kendiliğinden düşecek...) Ve Sarkozy, gerek hafta içindeki şapkasıyla konuşsun, gerekse hafta sonundaki şapkasıyla, ne zaman konu AB'ye gelse, Türkiye'ye gönderme yapıyor. Eveleyip gevelemeden. Merkel'in söylemleriyle. Ve de Valery Giscard d'Estaing'in: Türkiye, Avrupa'nın bir parçası değil. Tamam, büyük, gözardı etmememiz gereken bir ülke ama AB'ye girmemeli. Dışarıda da bırakılmamalı. En doğru çözüm, imtiyazlı ortaklık...

ŞARAP YERİNE PORTAKAL SUYU
Berlin'de Merkel. Paris'te Sarkozy. Vatikan'da Papa XVI. Benoit. Papazı bulduk. Son sözü söylemeden Sarkozy'nin özel dünyasından da kesitler aktaralım. Pul koleksiyoncusu (hayır; kızları evine çağırmak için onu bahane yapmıyor), tenis ve bisiklet sporlarına bayılıyor. 10 yaşından beri l'Equipe (Fransızlar'ın ünlü ve yüksek tirajlı spor gazetesi) okuyor. Elton John hayranı. Geç yatmaktan nefret ediyor. Portakal suyunu şaraba tercih ediyor. (Fransızlar'ın en içerledikleri yönü de bu: "Merlot ile Bordo arasındaki farkı bile bilmeyen ve bilmediğini, bilmek de istemediğini açıkça söyleyen biri cumhurbaşkanımız olabilir mi" diye homurdanıyorlar.) Geldik son söze... Frankofonlar ve de Frankofiller (bize öyle diyorlar) bilir; Le Monde'un 1978'de ölen ünlü bir karikatüristi vardı: Jean-Jacques Sempe. Ve de onun çocuklar için yazdığı ama büyüklerin okuduğu mizah kitaplarının ünlü bir kahramanı: Le Petit Nicolas. Vivet Kanetti, "Pıtırcık" adıyla Türkçe'ye çevirmişti. O Küçük Nicolas ne zaman başı derde girse ya da çakacağını bildiği bir sınava girse, "Des catastrophes en perspective" diye söylenirdi, yani "Ufukta bela göründü." Şimdi de Türkiye herhalde Büyük Nicolas için "Des catastrophes en perspective" diye söylenecek.
DİĞER GÜNCEL HABERLERİ
 Fasl-ı şahane gibi bir hayat
 Avrupa'dan İstanbul'a 'Yeni Sanat'
 Hormon tartışması yeniden alevlendi
 Harvard'a giriş kapısını yapay zeka projesiyle açtı
 Ayasofya'da alarm sistemi çalışmıyor
 "Kimseyi 20 çocuğumuz olduğuna inandıramıyoruz"
 'Uzun saçla güreşmek zor ama bana yakışıyor'
 Şampiyonların huzurevi Şampiyonların huzurevi
 Kurtköy yarışa hazır ya siz?
 Hayatın nakış ustaları ressam dostlarım
 Yıkanmayan eller mi bebekleri öldürdü?
 Hanım... Hanım... Bu çocuğun babasını da getir!
 Çernobil'den çıkan masal kahramanı
 Müzenin içinde acı Aztek çikolataları
 Hayattaki tek 11 Eylül sanığının günlüğü
 Bu kitapla babamı yeniden keşfettim
 Antep Kadısı'nın kayıtları
 Anadolu'nun 40 yıllık sanatkarları buluştu
 Bu üniversiteye gidenin işi hazır
    Aktüel Pazar Yazarlar
  » Güncel
    Hobi
    Röportaj
    Gurme
    İyi Yaşa
BALÇİÇEK PAMİR
Aşk ve nefret. İnce bir çizgi...
Onlarınki gerçek bir...
MEHMET ALTAN
Perşembe ölen kim?
Perşembe günü 30 Haziran'dı... Hür...
ÖNCEL ÖZİÇER
Peki kendime 'Rüzgarın kızı' diyebilir...
REFİK DURBAŞ
Seferis, çocukluğu ile buluştu
Yorgo Seferis, 13 Mart...
O Picasso'nun gülen kadınıydı
O Picasso'nun gülen kadınıydı
Dora Maar, ünlü ressam Picasso'nun 'ağlayan kadını'ydı. Bugün 79...
Dünya mimarları İstanbul'u kurtarın
Dünya mimarları İstanbul'u kurtarın
Yabancı mimarlar İstanbul'da doğanın iyi korunmadığı, yeşilin çok az...
Basklılar yemeden günde kaç saat durabilir?
İspanya'da hep yeniliyor, içiliyor, konuşuluyor... Dinlendikten...
Sofrada başka dalında başka güzel kiraz
Rengiyle, tadıyla başdöndürücü bir meyve kiraz... Bu yıl doya doya yedik.
 
    Günün İçinden | Yazarlar | Ekonomi | Gündem | Siyaset | Dünya | Televizyon | Hava Durumu
Spor | Günaydın | Kapak Güzeli | Astroloji | Magazin | Sağlık | Bizim City | Çizerler
Cumartesi | Aktüel Pazar | Sarı Sayfalar | Otomobil | Dosyalar
   
    Copyright © 2003, 2004 - Tüm hakları saklıdır.
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.