Müzmin sevindirik ve lazımlık
Bazıları hiçbir zaman ikbale alışamaz, halkımızın 'sevindirik olmak' dediği ruh halini atlatamazlar. Böyle olunca da, o kişi için 'iktidar şehveti' her şeyin üstünde gelir. Müzmin sevindirik kişi varsın kendisini samimiyetle 'sadece Allah rızası için çalışan biri' olarak tanımlasın; gerçekte makamına taptığını bile algılayamaz hale gelir. Bu o kadar ince bir tırmanışla yaşanır ki, insan Firavunlaştığını hissedemez bile. Çünkü o çok erkenden, hatta henüz ikbal uzaklarda iken adım adım 'koltuk kulu' olma yoluna girmiştir. Bu yüzden gün gelip kendisini ilah gibi algılamaya başlayınca geçirdiği değişimin boyutlarını kavrama ihtimali sıfıra yönelir. İktidarın en korkunç büyüsü, kendisini ebedi hissettirmesidir. Müzmin sevindirik olma durumu sadece demokrasilere özgü de değildir. Saltanatlarda da, sözgelimi veliaht olma ihtimali düşük bir hanedan üyesinin bazı cilveler sonunda tahta oturması ortaya 'asaletlü sevindirik zat-ı şahane' örnekleri çıkarabilir. Ancak yine de beşikten itibaren taht ile yakınlık üzere yaşayan birinin müzmin sevindirik olması demokrasinin şipşak yıldızlarına oranla daha düşük ihtimaldir. Hele de 'halk idaresi' ve 'halk iradesi' gibi terimlerin maskelediği sandık maskaralığına demokrasi denen yerlerde müzmin sevindirik zevatın gülünç tantanaları daha sık görülen hallerdir. Öyle veya böyle, kişinin ikbale kavuştuktan sonra bile sevinmeye doyamaması ve yürüyüşünden saçını tarayışına kadar bütün davranışlarını 'iktidar şehveti' ile temellendirmesi, bazı ön şartlar gerektirir. Sözgelimi her müzmin sevindirik kişi, 'sahi ben bu makama layık mıyım' diye derinden derine kuşku duyar. Her müzmin sevindirik bu kuşkuyu muhakkak duyar ama bu kuşkuyu duyan her kişi mutlaka müzmin sevindirik olmaz. Asil ruhlular, herkesten daha layık oldukları halde -belki herkesten daha layık oldukları için- kendilerine önerilen yüksek makamlar konusunda şüphe belirtirler, samimi bir tevazu ile 'daha layığını bulma' önerisi getirirler. Peygamber'den sonra halifelik makamına getirilen Hazret-i Ebubekir böyledir. Onunla ilgili bir öykü bana hep 'okul' gibi gelmiştir: Halifeye yardımcılık yapan ve hazine işlerine bakan Hazret-i Ömer, kendilerine ödeme yapılmasını isteyen 'müellefei kulüp'ten (= kalpleri İslam'a ısındırılmaya çalışılanlardan) birkaç kişiyi geri çevirir. Hazret-i Peygamber'in önemli arkadaşlarından Talha'yı da davalarını desteklemek üzere yanlarına alan bu kişiler halifenin huzuruna varırlar: - Ey Ebubekir, halife sen misin, Ömer mi? Hazret-i Ebubekir adeta 'Ah keşke öyle olsa, bu yük benden kalksa' der gibi gülümseyerek cevap verir: - Ömer öyle diyorsa öyledir.
Müzmin sevindirik olmak için bir başka ön şart da, kişinin kendisini 'makamla ve mekanla değerlenmeye muhtaç' hissetmesidir. Onlar kendilerini geldikleri makama öylesine muhtaç hissederler ki, onu korumak için vazgeçilmez hiçbir ilke ve değer tanımazlar. Üstelik vazgeçtikleri değer ve ilkelerin telafisinin mümkün olduğuna ve bunu ileride mutlaka başaracaklarına ilişkin bir kuruntu üreterek kendi kendilerini iğfal ederler. (Mesela İslami duyarlılık sahibi iseler, kötü bir anlaşma yaptıkları zaman kendilerini Peygamber'in imzaladığı Hudeybiye anlaşmasının mucizevi bir benzerine aday sanabilirler.) İktidar makamına ulaşmadığı takdirde çok önemsiz olacağını, ama eğer sultanlık veya vezirlik gibi bir mevki kazanırsa çok yüceleceğini düşünen kişinin müzmin sevindirik listesine girmesi kaçınılmaz. Koltuğu kutsayan her birey, koltuğundan küçük kalmaya mahkumdur. Zaten kelamın kibarları bunlar yüzünden 'şeref-ul'mekan bilmekin' demişler. Mekan ve makam ile şerefleneceğini zannedenler hiçbir yeri şereflendiremezler. Makamlar ancak onları dolduranlar şerefli iseler, şereflenirler. Üstünde bir dangalak oturuyorsa tahtın değeri nedir ki? Müzmin sevindirik olan iktidar sahibi, her dem kendisini önce makamı ile algılar. Tuvalette, yatakta, araçta, sokakta; onun bilincinin daima en açık kanalı makama ilişkindir: - Bakan olarak ben. Lider olarak ben. Bakan eşi olarak ben. İkbal oturaklarında bir numaralı bayan olarak ben. Müzmin sevindirik kişi, makam ile dolum yapar, makam ile boşalım yaşar... Şeceresi sahih olanlar da, 'hacet'ten müstağni değildir, ne idüğü ve nereden geldiği belirsiz olanlar da. Saraydan gelenin de alt tarafı insandır, mağaradan gelenin de. Onun için en anlamlı koltuk bile liyakatsizin altında lazımlık durumuna düşebilir.
|