Kurmaca hayat
Bir filmden bahsedeyim. Film olarak muhtemelen çok parlak değil; ama tüm "kurgu"suna rağmen, hem bireylerin, hem toplumların ve devletlerin hayatına dair sahici bir şey var içinde. Adı, "Final Cut - Son Kurgu". Ürdünlü yönetmen Ömer Naim'in, başrolünde Robin Williams'ın bulunduğu filmi şu sırada gösterimde.
Kısaca "hikaye" şu: Bu zamanda, şu zamanda, kimi aileler, genellikle varlıklılar, bebekleri doğar doğmaz beyinlerine organik bir "alıcı-kaydedici" yerleştirirler. Gözün gördüğü her şey, bir ömür boyunca, oraya ses ve görüntü olarak nakşedilir. Kendi görüntünü yalnız ayna karşısındaki anlarında, gözlerinle kendini görebildiğin nadir sahnelerde kaydedebilirsin. Çocuk bu arşivini yetişkin oluncaya kadar bilmez; ailesi açıklayıncaya kadar. O da açıklarsa. Amaç, "ölümden sonra ölümsüzlük", yani tüm bir hayatın ölümsüzleştirilmesi ve her anıyla aktarılabilmesi gibi görünse de... Esasında "hayat hikayesinin yeniden kurgulanması"dır. Bunun için "kurgucular" mevcuttur. Genellikle varlıklı olan ölünün ömrünü, ailenin, dostlarının talebi üzerine, kötülüklerden, kötü an ve hatıralardan arındırarak, o sahneleri silerek, "steril, parlak, iyilik, yiğitlik, sevgi, şefkat, sadakat, başarı, mutluluk dolu" bir hayat haline getirir ve " gerçek hayat "mış, bir ömür bunlardan ibaretmiş gibi kuşaktan kuşağa aktarır. Ömrün karanlık, kötü, kötülük, ne bileyim, arsızlık, hırsızlık, ahlaksızlık dolu anları, hiç yaşanmamışçasına yok edilir. Genellikle, hafızanın unutmak istediği, vicdanın ise direndiği, rahatsızlık verici, gizlenen, utanılan yahut utanmazlıkla aşılan anlar işte!
Gelecekte, hatta yarın böyle bir şey pekala mümkün. Ne var ki, gelecek bir yana, tüm bir geçmiş böyle değil mi? "Seçici" biçimde kendi hikayelerimizi nasıl yazıyor, ne kadar hatırlıyor, ne biçimde anlatıyoruz... Hele hele durmadan kendini anlatanlar. Bir an düşünün: Ne çok yalan, ne çok gizleme, ne çok silinmiş an. Sevdiklerimizi, değer verdiklerimizi, taptıklarımızı nelerle hatırlayıp nelerle yücelttiğimizi... Nasıl kurgulardan geçip gönlümüze, aklımıza yerleştiklerini ve orada da hangi kurgularla ebedileştiklerini bir düşünün. Sonra, dilerseniz, tüm bir tarih yazımına, tarihin "kurgulanmış" kayıtlarına ve hafızasına, kuşaklardan kuşaklara hangi biçimde aktarıldığına bakın. Bütün ulusların, bütün devletlerin, bütün dinlerin, "kurgucular" elinden çıkmış büyük anlatıları, "kurgucular" tarafından silinmek istenmiş kara ve kaba defterleri yok mu? Etnik, dini, milli intikam, nefret, hesaplaşma ateşleri, birinin unuttuğunu ötekinin şiddetle hatırlama arzusundan ve tam tersinden de kaynaklanmıyor mu? Gururlar, kurgulanmış destanlar üstüne inşa edilmiyor mu?
Günün, güncelin, gündelik olanın kaydını tutan bizim meslek de... Anında kurgulayarak, anında silerek yahut yücelterek, zaten her gün bu işi yapıyor. Yani, filmin hiçbir "orijinal" fikri yok aslında. Sadece, haliniz, niyetiniz filan varsa, kendinizle yüzleşmeye, hayatınızın perdelerini aralamaya bir davet daha, o kadar. İcabet mecburiyetiniz de yok tabii ki!
|