|
|
|
|
|
Budist Türkler'in tuzlu çayı
|
|
Özbekler'in Kalmuk çayı tuzlu üstelik bazen yağ eklenerek sunuluyor. Adete göre en sonda demlikte kalan çay yaprakları paylaşılıyor. Herkes yaprakları tütün gibi çiğniyor.
Orta Asya seferimizin son durağındayız. Buhara. Şaşkınlık içindeyim. Bu alelade Sovyet varoşlarına şaşmamak elde mi? Nerede benim heyecanla beklediğim şehir? Merkeze ilerledikçe manzara değişiyor. Sonra birden bire önümüzde bambaşka bir "hayat" beliriyor. Çin, İran ve Hindistan ticaret yollarının kesiştiği efsanevi şehir ansızın karşımızda. Öyle, bir köşeyi döner dönmez. Bütün ihtişamı ile. Varışımız saat öğleden sonra iki buçuk üçü bulmuş. Eski şehrin göbeğinde küçük, mütevazı bir otele bavullarımızı bırakıp yemeğe gidiyoruz. Bala Havz Camii'nin yanındaki küçük parkın ortasında adeta bir "kır lokantası". Etraftaki müşterilerin tümü mahalli esnaf ya da sayyahlar. Bu, mutfak konusunda şaşmaz bir garanti gibidir. Merkezi bir masa seçiyoruz. Hem komşularımızı gözleyeceğiz, hem de nispeten yeni (19. Y.Y.) fakat çok güzel bir bina olan camii. Masaya ilk önce mutad yeşillikler, turplar, turşular geliyor. Nerede ise tümü artık Türkiye'de rastlamadığımız lezzette. Kısacası her biri ismi ile müsemma. Domates hakikaten domates. Tere de tere. Birden bire şu tarım ülkesi olmaktan sıyrılıp da, hormon trafiğinin ortasına yerleşen cennet vatanımıza hüzünleniyoruz. Evet, ama burası isyan ve itirazların yeri değil. Burası yüzyıllardan beri "kabul'ün" coğrafyası olmuş. İki gün bile olsa o havayı solumamak mümkün mü?
ORTA ASYA TİPİ BESLENME Masaya muhtelif etler geliyor. Izgara. Hepsi o kadar lezzetli ki. Rehberim madem beğeniyorsun neden hepsini yemiyorsun diye soruşturuyor. Kilo, kolesterol şudur, budur anlatıyorum. "Bizde bunlar olmaz", diyor. Nasıl yani, diyorum... O yağlı Özbek Pilavını henüz unutmuş değiliz, Dedeman'dan Murat Taymaz'ın zoru ile ziyafet masasında bol kepçe yağı ile kaşıklamak zorunda kaldığımız. Biz diyor rehber, sizin gibi oturarak yaşamıyoruz, bütün gün koşuştururuz. Dolayısı ile karnımızı tok, vücudumuzu sağlam tutmalıyız. Nasıl ki Akdeniz Tipi Beslenme diye bir fasıl oluştu? Diyetisyenler bu Orta Asya Steplerine de bir bakmalılar. Kimbilir, buradan da alacağımız dersler yok mudur? Yemek sonrası burada kahve yok. Herkes çay içiyor. Envai çeşit çayları var. Yeşil çay istiyoruz. Sonra doğru kaleye. Tam karşımızda. Bir masal dünyası gibi yükseliyor. Köşe bucak dolaşıyoruz. 1900'lere kadar bu kalenin iktidarı sürmüş. Buhara Hanlığı tahtının istibdatı öylesine bir yasak şehir efsanesi yaratıyordu ki, Amu Derya ile Siri Derya'dan nimetlenen nerede ise her yanı çöllerle kaplı bu vaha şehir o zaman dünyasının en merak uyandıran yeri idi. Rehberimiz tören avlusunun protokolünü anlatıyor. Etrafa bakınıyorum. Saf bir ümitle, hanlardan kalan bir şey olabilir mi? Beyhude. Vahşi rüzgar her şeyi silip götürmüş. Aşağı iniyoruz. inanılmaz güzellikteki Registan Meydanı. Dünyanın en güzel, en etkileyici bir kaç meydanından birisi olduğu hiç kuşkusuz. Bir tarafında P. Kelan Camii, diğer tarafında Miri Arab Medresesi. Kenara yakın ortada ise o masif minare. Rehberim beni medreseye sokuyor. Burası bir efsanenin son halkası. Neden mi? Buhara yüzyıllar boyunca bir üniversite şehri olmuştu. 19. Y.Y.'da bile saygın bir yeri vardı. Miri Arab ise bütün Orta Asya'nın en saygın medresesi idi. İstanbul'dan konuk hemen çaya alıkonuluyor. Önüme gelen alışılmamış çay bana 19. Y.Y. seyyahlarının tariflerini hatırlatıyor: "Özbekler'in Kalmuk Çayı. Bu çay tuzlu, üstelik bazen yağ eklenerek sunulmakta. Peki kimdi bu Kalmuklar? Kalmuklar, Budist Türkler'di." Yine adete göre en sonda demlikte kalan çay yaprakları paylaşıyoruz. Herkes yaprakları tütün gibi çiğniyor.
DEV MEYDAN Üç çarşıyı dolaşmaya çıkıyoruz. Bir zamanların zenginliğinden Tak-i Zegeran, tak-i Tilpak Furuşan, Tak-i Sarrafan'dan (kuyumcular, şapkacılar, sarraflar) ele kalan avunmaya bile yetmiyor. Leb-i Havz'ın kenarına yerleşiyoruz. Burası Hanlık Başkenti'nin sosyal merkezi büyük bir havuzla taçlandırılmış dev bir meydan. Her tarafımızda dev rus semaverleri. Etrafda hala eski zamanlar gibi ekmek, meyve, sıcak ve soğuk et satılıyor. Akşamın tadını çıkararak lonka çayı içiyoruz. En muteber yeşil çay. Hava iyice kararınca, yağmur da artıyor. Otele sığınıyoruz. Sonra birden yağmur kesiliyor. Ay bütün güzelliği ile ortalığı aydınlatmakta. Dayanamayıp Registan Meydanı'na gidiyorum. Bir kişi bile yok. Sadece yukarıda dolunay. Biliyor musun, diyor, ben nelere şahit oldum!
|
|
|
|
|
|
|
|
|