|
Tahran
|
|
Gündelik yaşamın kolay olduğu bir kent değil Tahran. Bir Tahranlı günde ortalama dört saatini trafikte geçiriyor. Saatlerce gezseniz de oturup bir kahve ya da çay içecek yer bulamıyorsunuz.
İran üzerine genel izlenimlerden sonra, adına Tahran denen o dev kenti de biraz anlatmak istiyorum. Çünkü yolculuk denen şeyin o en harikulade öğesini bize sunan bir kent bu: Sadece iki buçuk saatlik bir yolculuktan sonra, hem de komşu bir ülkeye gidiyorsunuz. Ama tüm yaşam değerleri, tüm düzen, tüm eğlenme biçimleri değişiyor. Çok ortak noktamız da olsa, bambaşka bir kültür, farklı bir uygarlık. Tahran 15 milyon nüfusuyla İstanbul kadar kalabalık. Ama İstanbul'a kıyasla sanki daha iyi planlanmış bir kent. Geniş bulvarları, sayısız meydanı, birçok park ve yeşil alanı var. Safevi hanedanının kurduğu kent, 1780-1925 arası hüküm süren Kajar hanedanı tarafından başkent yapılmış ve imar edilmiş. Son hanedan olan Pehleviler'den devrik şahın babası Rıza Şah, iyi bir asker ve dürüst bir hükümdarmış. Söylenene göre, bir yerde durur, bastonunu bir yöne doğru çevirir ve şöyle dermiş: "Bu yönde dümdüz bir bulvar ve aynı çizgide ağaçlar istiyorum." Bu sayede, kuzeyde Alborz dağlarının hemen eteklerine dek tırmanan o görkemli lüks semtler, onları bağlayan geniş caddeler ve sık ağaçlar yaratılmış. Ama Tahran çok güzel bir kent değil, bir İstanbul değil. İçinden deniz geçmeyen, su geçmeyen bir kentin sıkıcılığına sahip. Güneyinde sayısız gecekondu semti varmış, ben göremedim. Ama kuzey Tahran'da devrik Şah'ın yazlık saraylarının çevresinde oluşmuş son derece lüks sitelerdeki hayatın yanısıra, kentin geri kalan bölümlerinde hayli yoksulluk ve perişanlık olduğu yine de farkediliyor. Bir çelişkiler ülkesinin çelişkiler metropolu bu
DÜNYANIN EN ZENGİN HAZİNESİ İnanılmaz hazineler barındırıyor Tahran. Ama dünyaya sırtını dönmüş, turizmi umursamaz gözüken bu ülkede onlar yeterince tanıtılmıyor, ziyaretlere açılmıyor. Ünlü Taht Mücevherleri'nin ancak öğleden sonraları iki saat açık olduğunu neden sonra keşfediyoruz: Kimse bilmiyor ve söylemiyor. Ama İran'ın ünlü Bank Melli'sinin özel bodrumunda saklı olan bu hazineyi bahşiş almayan bir görevli rehber eşliğinde gezerken, nefesim kesiliyor. Böylesi bir zenginlik, böylesi bir değerli taş merakı, böylesine mücevher biriktirme tutkusu, benim bildiğim hiç bir hanedanda ve hiç bir müzede yok. Sırf bu koleksiyonu görmek için bile Tahran'a gitmeye değer Hele o "Peacock- Tavuskuşu Tahtı". Adını yıllardır duyardım, sonunda görebildim. Devrimden sonra, adını onu yaptıran sultanın adından alan bu görkemli eşya da, tıpkı diğer mücevherler gibi yıllarca ziyaret edilememişti. Şimdi, hazine askeri koruma altında gezilebiliyor. Ve bu arada tahtın kimi yerlerindeki boşluklar da göze çarpıyor. Rehberimiz, devlet memuru olsa da, açık kalplilikle bunun devrim sonrası yağmasından olduğunu ve kimi taşların sökülüp alındığını kabul ediyor. Golistan (Gülistan) Sarayı, ünlü arkeoloji merkezi Persepolis'ten görkemli heykeller içeren Ulusal Müze, kimi camiler, devasa bir Kapalıçarşı. Ama çok zengin bir halı bölümünün dışında, çarşıda iş yok. Meraklıları ise sora sora asıl alış veriş yapılacak yerleri keşfediyor: Taleghani Sokağı'ndaki elişi dükkanları veya "antikacılar sokağı" gibi... Gündelik yaşamın kolay olduğu bir kent değil Tahran. İnanılmaz bir trafiği var. Yönetim, mızmız orta sınıfları oyalamak için özel araba yapımına hız vermiş: İran-Renault ve yerli PRİDE arabaları var her yerde. Bir Tahranlı'nın günde ortalama dört saatinin trafikte geçtiği hesaplanmış. Habire İstanbul trafiğinden yakınanlara duyrulur!... Saatlerce gezseniz de oturup bir kahve ya da çay içecek yer bulamıyorsunuz. Çünkü yok!.. Rejim bir sigara yasağı koymuş: Umumi yerlerde, hatta otellerde bile sigara içenlere hakaret düzeyinde uyarılar getiriliyor. Saatler boyu, kış giysilerine bürünmüş bembeyaz bir Tahran'da yürüyor ve halkı gözlemliyorum. Her ülkenin halkı gibi bu: kimi zaman hoyrat ve kaba - özellikle trafikte ya da kalabalıktaAma en küçük bir temas sağladığınızda, gözleri ışıldıyor. Bembeyaz karın üzerindeki simsiyah çarşaflı kadınlar, resimlerini çektiğimde gülüşüyorlar. Ama hayrettir, kardan adam yapan 15-16 yaşlarındaki üç genci resimlediğimde, en büyük gözükenin tepkisine uyarak yüzlerini kapatıyorlar.
BİR KADININ FERYADI Çocuklara çok önem veriliyor. Bir kültür merkezinde sırf çocuk kitaplarına ayrılmış bir kat var. Küçükler ana-babalarıyla geliyor ve resimli kitaplar alıyorlar. Çok küçük yaşta tesettüre sokulmuş kızların görüntüsü üzüntü veriyor. İran sineması içinde animasyon dalının inanılmaz gelişmesi de sanırım çocuklara ilginin bir diğer kanıtı. Ve yemeğe davetli olduğum zengin bir evde, konuklardan bir kadınla belki tüm gezimin en dramatik konuşmasını yapıyorum. O zarif ve şık ama gözleri alabildiğine buğulu kadın, bana artık evinden dışarı hiç çıkmadığını söylüyor; dışarıya dayanamadığı için. O evini tüm dünyası yapmış, orada rahat yaşıyor. "Peki niçin gitmiyorsunuz?" diyorum. Çünkü gidip dışarda yaşama imkanları var. Gururla şöyle diyor: "Çünkü ben İranlı'yım. Ne olursa olsun, ancak bu ülkede yaşayabilirim, burada nefes alabilirim. Ve gitmektense, kalıp onu değiştirmek için savaşacağım."
|