Cebimde çok elma var
Yıllar önceydi!... Budapeşte'de Tuna nehrinin kıyısındaki lokantaya büyük bir gürültüyle girdik. Girmek ne demek zoraki işgal gibi oldu. Masaları doldurduk ve şen kahkahaları atmaya başladık. Yaşlı Macar garson kadın söylenmeye başladı: "Siz Türkler'in Budapeşte'ye gelişinizdeki değişen tek şey geliş şekliniz..." Şaşırdım!... Ama o söyleniyordu, "Sizlerin büyük büyük babaları Tuna kıyılarına atlarıyla gelirdi, sizler ise uçakla geliyorsunuz." İnanılmaz bir atmosfer oldu. "Bin atlı o gün çocuklar gibi şendik" diye bağırıp çağırdım! Hep birlikte güldük. Hala lokantası Türkler tarafından işgal edildiğine inanan yaşla Macar kadına gülümseyerek, "Benim akıncı akıncı olan dedelerim şarap içmezdi. Ben içerim. Lütfen bana elmadan yapılan Tokai şarabından getirir misin?" dedim. Bu arada kuvvetli bir bahşiş birçok sorunu da çözmüştü. Sarışın ve mavi gözlü kadın garson şarabı getirdi. Gülümsedim. "Biliyor musunuz?" dedim. "Biz Türkler de elmaya elma" deriz. Şaşıran Macar garsonu daha da şaşırttım. "Cebimde çok elma var." Mavi gözleri şaşırdı; cebimde elmanın olmadığını söyledi. "Gördün mü, Türkçe'yi çok çabuk öğrendin" dedim. Şaşırmayın canım!.. Macaristan'a bir gün yolunuz düşerse birçok kelimenin Türkçe olduğunu görürsünüz. Ama artık o akıncılar gibi at sırtında elde kılıç Avrupa'ya gidemiyoruz. Uçakla gidiyoruz. Trenle gidiyoruz. Hatta kamyon arkalarında kaçak gidiyoruz. Dahası bir futbol kulübünün peşine takılıp sırtta forma, elde bayrak kaçak gitmeye çalışıyoruz. Gidiyoruz ama dönmüyoruz. Hatırlıyorum da... Beşiktaş'la Slovakya'ya gitmiştik. Şöyle 30-40 kişilik bir grup uçaktan indi, sadece Beşiktaş diye bağırıyorlar. Slovak polisi sordu: "Beşiktaş'ın başkanı kim?" Kimisi Hakkı Yeten dedi, kimisi Celal Doğan. Bu olaya hep birlikte çok gülmüştük. En çok gülen de Beşiktaş Başkanı Serdar Bilgili olmuştu. Tunceli'den kalkıp gelen bu taraftarlar tekrar gönderilmişti. Aslında vize olmasa Türkiye'de kaç kişi kalır? Bunu hep merak ederim, vize koyan her ülkeye de inanılmaz öfke duyarım. İşte bir Türk olarak onurumu rahatsız eden tek gerçek bu. Her isteyen ülkeme geliyor. Ben gitmek istersem vize istiyor. Romanya bile vize istiyormuş. Öğrenince şoke oldum. Oysa birkaç yıl öncesine kadar kadınlarına Nataşa diyorduk. Ülkemize valiz ticareti için geldikleri zaman acıyorduk. Daha geçmişi var. Bir naylon çoraba... Bir kent sigarasına... Bir kutu sakıza... Bu kadar basit hediyelerle başlayan ve gecelere uzanan aşklara... Sonra geride kalan yarım aşk hikayeleri... Ama bazen mutlu sonla biten aşklar da vardı. Ama çoook sonraları. Çünkü komünist sistem sürecinde Romanya'da, Polonya'da ve Rusya'da yaşanmış aşk hikayelerini herkes bilir. Ya şimdi? Özgürlük var ama aşk yok! Çok değil 14 yıl önceydi. Bükreş'te komünist bir arkadaşıma kahve ikram etmiş, sohbet ediyordum. Devir Çavuşesku devriydi. Makine mühendisi arkadaşım dedi ki: "Tavuğun resmini çiz, desen çizemem. Unuttum." Yokluk, açlık ve özgürlüklerin yok edildiği bir Romanya'da yaşamaktan nefret ediyordu; "Fabrikanın müdürü politbüro üyesi. Hiçbir şeyden anlamıyor. Üretim sıfır. Aç kalmamın sonucu bu..." Sonra Doğu Almanya'dan kaçış başladı. Macaristan'da kapılar açıldı. Onunsa hiçbir şeyden haberi yoktu. Çünkü TV vardı ama onun yoktu. Günde birkaç saat yayın yapan Romen TV'si Çavuşesku'yu anlatıyordu. 14 yıl sonra Bükreş'te değişen şey, özgür insanın özgürce aç kalması... Bugün her şey var ama yine insanlar aç. O gün olduğu gibi mutlu azınlık yine mutlu. Mutsuz azınlığın tek büyük keyfi dilediğini söylemesi. İşte bunlardan biri: "Galiba 10 yıl sonra... Özgürlük adına öldürdüğümüz Çavuşesku'nun heykelini dikersek hiç şaşırmam." Benim şaşkın bakışlarımı görünce mırıldandı: "Etrafıma bakıyorum, her şey bana Çavuşesku'yu anlatıyor. Yani yeni bir şey yok."
|