|
Los Angeles
|
|
Birisinin dediği gibi "Buralara 1940-50'lerde gelmek vardı." Ama eski Hollywood 10 yıl öncesine kıyasla derlenip toparlanmış, o eski pejmürdeliğinden sıyrılmış.
Perşembe- Neredeyse 10 yıl aradan sonra yeniden Los Angeles yollarındayım. Melekler Kenti'ne bu üçüncü ziyaretim olacak. Yol yine gözüme çok uzun gözüküyor: Önce Londra, sonra üç saatlik bekleyiş, sonra da 11 saatlik bir yolculuk. Allahtan filmler var... Ve sonra, havaalanından dev binaların oluşturduğu akşam siluetiyle Los Angeles'e geliş. Sanki "Colleteral" filminin açılış bölümünü bizzat yaşar gibiyiz...
Cuma- İlk gün. Önce otelin yakınındaki Century City adlı alışveriş merkezinde kahvaltıya gidiyor, o arada kahvaltı etmeye gelen Kevin Spacey'le karşılaşıyoruz. Ben çok sevdiğim Westwood Village'da küçük bir gezinti öneriyorum. UCLA adlı dev üniversitenin burnunun dibindeki bu sevimli yöre; eski, alçak, süslü cepheli binaları, sayısız kafesiyle gerçekten de çok hoş. Ama sabahın köründe değil! Bir süre dolaşıp, Third Street Promenade denen semte gidiyoruz... Ünlü Santa Monica Bulvarı'nın okyanusa açıldığı yerden hemen önce başlayan bu yol, bir süre önce yayalaştırılmış. Üzerinde sayısız kafe, lokanta, mağaza ve bizim gibi müzik, sinema tutkunları için mabet gibi yerler var: Ünlü Tower Records veya I Hear Music gibi... Sonunda yıllardır aradığım kimi filmleri de içeren 40'a yakın DVD yükleniyorum. Ama sokak da harika. Özellikle öğleden sonraları şarkıcılar, cambazlar, palyaçolar istila ediyor ve bu Amerikan kentine tipik Avrupalı özellikler katıyor.
ESKİ YOSMA: HOLLYWOOD Akşam MGM'nin 80. yıl partisi var. Orada Blake Edwards ve Julie Andrews'le tanışıyor (geçen hafta anlatmıştım), "Pembe Panter"in onarılmış kopyasını izliyoruz. Gece yine L.A. sokaklarında bir turlama... Eski bilgi kırıntılarıma güvenerek "Down town'a inmeyin de ne yaparsanız yapın" diyorum. Herkes "Collateral"ı yeni gördüğü için ürküyor ve bu nasihatimi dinliyor.
Cumartesi- Sabah kent gezisi var. Sevgili Tuğrul Eryılmaz'ın "Orayı görmeden gitmem" dediği o çok uzun, ünlü yıldızların evleri, kimi yerlerde ise çok canlı ticaret ve sanat merkezleriyle akıp giden Sunset Bulvar'a iniyoruz. Birisinin dediği gibi "Buralara 1940-50'lerde gelmek vardı." Ama eski Hollywood 10 yıl öncesine kıyasla derlenip toparlanmış, o aşırı pejmürdelikten sıyrılmış...Yıldızların el-ayak izlerini taşıyan Hollywood Bulvarı'nın ortasında ünlü Grauman's Chinese Theatre-Çin Tiyatrosu var. Onarılmış ve yeniden galalara yuvalık ediyor. Tam karşısında Disney firmasınca onarılmış eski El Capitan sineması, hemen yakınında ise Oscar törenlerinin yeni mekanı Kodak Tiyatrosu var. Çin Tiyatrosu'nun önüyse tam bir sirk ya da karnaval. Beyazperdenin Şarlo'dan Miki Fare'ye, Süperman'dan Batman'a, Örümcek Adam'dan Freddie'ye, en akıllarda yer etmiş kahramanları ortalıkta fink atıyor. Ve turist grupları burada nostaljinin peşine düşüyor. Civardaki dükkanlar eski Hollywood'la ilişkili çeşitli anı eşyasını olmadık fiyatlara satıyor. Direnmek mümkün mü? Ben de bir Hollywood çantası, Marilyn ve Mel Gibson'un teneke kopyalarını alıyorum. Dönüşte, en şık semt olma ünvanını hala koruyan Beverly Hills civarını dolaşıyor, aralarında Madonna'dan Sharon Stone'a, Mel Gibson'dan Harrison Ford'a ünlülerin evlerini uzaktan görüyoruz. Sonra Rodeo Drive durağı. Ve artık her gelene gösterilen ünlü Regent Beverly Wilshire Oteli: Julia Roberts'ın "Özel Bir Kadın"da bulvara çıkıp fahişelik yaptığı sahnenin çekildiği... Burası belki dünyanın en lüks alışveriş merkezi. Her yer, her şey marka. Bir vitrinde harika bir gömlek var. Fiyatı üzerine iddiaya tutuşuyoruz. Ben girip soruyorum: Tam 650 dolar! Biraz sonra yine oldukça beğendiğim bir gömlek 50 dolar çıkınca, dayanamayıp alıyorum. Bu fiyata Rodeo Drive'dan giyinmenin zevki için helal olsun!... Ama tüm o lüks mağazalarda bile artık Asya'nın borusu ötüyor: Hong Kong, Çin, Tayland, Hindistan ya da Türkiye, haberiniz olsun... Gece yine Third Street Promenade'a iniyor, okyanusa karşı bir lokantada iyi bir yemek yiyoruz. Pahalı ama emin olun, İstanbul'un kimi lüks lokantalarından daha pahalı değil.
Pazar- Üç gün iyi giden hava birden bozuyor. Ve bu son sabahta herkes farklı bir şeyler yapıyor. Bir film izlemenin tam zamanı deyip Century City alışveriş merkezine gidiyor, 8 doları bastırıp "Finding Neverland" adlı çok şeker filmi izliyor, sonra da Meksika yemeği yiyorum. Merkezin içindeki Bloomingsdale ve Macys's adlı dev mağazaları geziyorum. Ciddi ucuzluk var. Akşamüstü L. A. Havaalanı'na gidiyoruz. İnanılmaz bir aramadan ve çifte bekleme kuyruklarından sonra (artık ABD'de hep böyleymiş), büyük rötarla kalkıyor, Londra'daki uçağımızı kaçırıyor, zoraki bir gece geçirip sonunda yorgun ama dünyanın sinema başkentini bir kez daha görmenin mutluluğuyla dönüyoruz.
|