Dün, matbuat...
Ramazan, derken bayram... İlle tamamen dini olması gerekmeyebilir ama, insani-vicdani bir duyarlılık açısından ne müsait, ne davetkar bir dönem, değil mi? Paylaşmak, yardımlaşmak, acıları hissetmek, hani denir ya, "komşun için hassasiyet" dönemi. Mazluma, mağdura hiç olmazsa yüreğini uzatma zamanı.
*** Dün, Türkiye basını. 15 gazetede 183 köşe yazısı okudum. Yalan söylemeyeyim, bazısına hızla baktım. Bunlardan içinde "Felluce" geçenlerin sayısı 21. Hani, inançlıysanız bir açıdan, değilseniz bile başka bir zaviyeden, bir güçlünün, üstelik dini motifler de kullanarak başka inançtan insanların üstüne saldırısına pek duyarsız kalamayacağınız günlerden biri. Misal, Cengiz Çandar, "ABD saldırısının neden gerekli olduğunu" anlatıyor. Hiç paylaşmadığım, hatta "realistliği"nden nefret ettiğim bir tarz. Ama hiç olmazsa, yorum cesaretiyle o taraftan bir tez ileri sürüyor. Buna karşılık, manşetine, yazısına çokça insani, bazen dini duyarlılıkları taşıyanların dışında, yoğun bir "ıslık" sesi. Hiç yokmuş, bu olaylar hiç yaşanmıyormuş, üstelik yanı başımızda, bir insanlık faciası olmuyormuş gibisinden kesif bir duyarsızlık. Türkiye matbuatının "kitle gazeteleri"nin hali. En çok satan popüler bir gazetede, köşelere girmiş yazıların hiçbirinde bahis yok. Biri hiç olmazsa "Türkiye'de barış"a dair bir hassasiyet taşıyor, o kadar. İki büyük kitle gazetesinde, ki Ramazan sayfaları var, bayramınızı da kutlayacaklar tabii, iki genel yayın yönetmeni birden, aynı gün, kalplerini, köşelerini, zihinlerini ve "muhalefet"lerini "Gökkafes" denen kaçak zenginlik mabedinin savunmasına ayırmışlar. Aynı grubun iki büyük gazetesinin iki genel yayın yönetmeni birden, kendi imalarıyla "cesaret"le, Türkiye'de iktidar, belediye, servet oyunlarının bu simge binasına aşk ilan ediyor. Birtakım gazetecilere gökdelenden daire öneren ya da veren şaibeli bir yapıyı adeta anıtlaştırırken, "bir sürü hukuksuz yapı varken, ondan ne isteniyor" diyebilen yürekleri, sayfaları, köşeleri, hukuksuz bir işgalin katliamına uzanamıyor.
*** Bugün hala Ramazan; derken bayram. Bu ülkede, başka ülkelerde, dini duyguların, kardeşlik hissiyatının yoğunlaştığı bir dönemde, ismi ne denli tartışılırsa tartışılsın, bir halkın başkaldırısının simgesi Arafat ölürken... İşgal altında başkaldırının simgesi olmuş bir kent yerle bir olurken... İnadına bir "direniş" çabası, yoğun teslimiyetlerin arasında koyu karanlıkta titrek bir mumdan ibaret kalırken... Dünyaya, hayata, medeniyetlere, kültürlere dair nasıl bir bilinç, nasıl bir bilinçaltı oluşuyor? İsterseniz, nasıl bir eziklik, nasıl bir öfke, nasıl bir nefret, nasıl bir isyan duygusu diye de sorabilir, düşünebilirsiniz.. Çanakçılıkla, yardakçılıkla, işbirlikçi ruhlarla ve korkularla, duyarsızlıklarla beslenen "teslimiyet ve boş vermişlik telkini"nin hiç yakışmadığı bir ülke burası aslında. Ama nasıl da uyduruyor, nasıl da yakıştırıyorlar!
*** Not: İzninizle, birkaç gün dipsiz soluk. Her şeye rağmen, iyi bayramlar dileğimle.
|