| |
|
|
TV programlarına sadece yaşlılar mı sinirlenir?
Nüfus kağıdımın eskimesinden korkmuyorum. Zaten korksam ne değişir ki? Yaşlanmak, doğmak gibi veya ölmek gibi, hayatın önüne geçilmez bir bölümü. Ama yaşlanmanın getirebileceği huy ve kişilik değişimleri beni ürkütüyor. Ya bencilleşirsem, hasisleşirsem. Ya değişimin her türüne karşı olursam... Alıştığımın dışındaki her türlü davranış için "Ahlaksızca", şimdiye kadar söylenenlerden farklı her söz için "Haince" demeye başlarsam. Yeni teknolojilerden ürkersem.. "Nasıl olsa daha gelişmişi çıkar" diyerek, bilgisayarımı, televizyonumu yenilemeyi hep ertelersem. Sahip olduğum otomobilin, son model otomobillerden daha ileri teknolojiyle donatıldığına inanırsam.. Gazetede okuduğum, televizyonda izlediğim programlarda ahlaka veya düzene karşı olarak algıladığım söz ve görüntüleri, savcılıklara ihbar edersem. RTÜK'e jurnallersem. Böyle yaşlanmak beni ürkütüyor. Şimdi aramızda olmayan bir meslek büyüğümüz vardı. Yaşı ile gelen hareketsizliğin sonucu olarak, fazlaca televizyon izlemeye başlamıştı. Televizyon da Türkiye'de yeniydi ve TRT'nin tek kanalı vardı. O meslek büyüğü tüm programları izlediği için, sonunda televizyon eleştirmeni olmaya da başlamıştı. Ve televizyona kızıyordu. Çocuk programlarını "Çocukça" buluyordu mesela. İletişim çağının en etkili aracı olan televizyonun, topluma neler getirebileceğini düşünmek yerine, tek kanallı Türk televizyonunun programlarına takılıp kalmıştı. Şimdi ben de o rahmetli meslek büyüğümüz gibi, eskisinden fazla oranda izliyorum televizyonu. Bizim yerli kanallardaki bazı programlara ben de takılmaya başladım. Örneğin Show TV'nin çok izlenen "Gelinim Olur" musun programına ara sıra bakıyorum. O rahmetli meslek büyüğümüz gibi ben de sinirlenmeye başladım bazı durumlara. Önceki akşam, programın sunucusu Ebru Akel, karşısına gelin adayı olan genç kızları oturtmuştu. Aralarındaki Sinem adındaki genç kız hakkında, bir erkekten gelen bir nevi ihbar mektubunu okuyup, genç kızı sorgulamaya başladı. Çok ayıplı bir durum vardı ekranda. Kendisi de genç olan Ebru Akel, nasıl böyle bir şey yapabiliyordu? Acaba onun eski bir erkek arkadaşı bu tür bir mektubu onun çevresindekilere gönderse, neler hissederdi? Bu tür bir haksız yargılamanın sanığı konumuna düşürülseydi, çok rahatsız olmaz mıydı? Sunuculukta çok başarılı bulduğum Ebru Akel, birden gözümden düştü ve başka kanala geçtim. Sonra da "İşte yaşlanmanın getirdiği huy değişikliği bende de başladı" diye düşündüm kendi kendime. Dün baktım, benden çok genç ve televizyon haberciliğinde çok deneyimli arkadaşım Bekir Hazar da, Yeni Şafak'taki köşesinde, aralarında "Gelinim Olur musun"un da bulunduğu bazı programlara sinirlenmiş. Mesela ATV'nin "Ünlüler Çiftliği" için şunları yazmış: - Sabaha karşı mı ne.... Muazzez Ersoy ile yaptığı evlilikle ünlenen ama son zamanlarda ünsüz harf bile olamayan İsmet Özhan derin bir uykuda... Birisi dürtüyor, tınmıyor... "Kalk kalk baban öldü" diyorlar... İsmet kalkıyor, yüzünü ovuşturup dona kalıyor. Henüz rüyadan ayılamamışken "Baba-Azrail" muhabbetini balyoz gibi kafaya vurma anı... Bunun çekiminin yapılması ve reyting için yayınlanması... Yayıncılığın en vicdansız boyutu bu olsa gerek. Bekir Hazar'ı okuyunca, bendeki tepkinin yaşlanmaya bağlı olmadığını anlayıp sevindim. Bu arada, her gün her dakika televizyonları izleyip, bizler için eleştiri yazan Burhan Ayeri'ye, Cengiz Semercioğlu'na, Yüksel Aytuğ'a, Sina Koloğlu'na ve tüm televizyon eleştirmenlerine sabırlar diliyorum.
|