|
|
|
|
|
|
Kafeler ve kahveler
Oldum bittim "kafeler" beni ilgilendirir... Tabii kafe haberleri de... Cuma sabahı, gazetelerin ilk sayfaları AKP'nin kendini ayağından vurması anlamına gelen "zina" odaklı gel-git'leriyle doluydu. Buna hayıflanırken, Radikal'in ikinci sayfasının dibine sıkıştırılmış "Kafelere Fransız öpücüğü" başlıklı bir haber ile rastlaştım. Sanki haber benim önüme çıkıp yolumu kesti... Bizim gençliğimizde Paris bir kültür kabesiydi... Paris deyince bir de oranın kafeleri akla gelirdi... İlk kitabımın ve şimdi bu köşenin adı olan "Kanatlı Karınca" da Paris'teki bir kafenin adı... Kitaba ve köşeye başlık olan yazının başlangıcında kafeleri o zaman şöyle anlatıyordum: "Fransa'da 'çat kapı' gece misafirlikleri pek adetten değildir. Bahçeli banliyö evlerinde dahi, hem de tatil günlerinde bile olsa, şen kahkahaların, cıvıltılı çocuk seslerinin sokaklara yansıdığı pek görülmez. Endüstrinin 'haldır haldır' temposu; insanlar arası ilişkiler 'protokolünü' de kendine göre düzenlemiştir. Bu nedenle, insanlar arası ilişki ihtiyacı, evlerin salonları yerine, büyük mağazaların satış reyonlarındaki tesadüfi karşılaşmalarda veya havaların bozması ile yazın okşayıcı güneşi altında sere serpe uzandıkları kaldırımlardan camlar arkasındaki kışlık yerlerine sıkışmak için derlenip toparlanan mahalle kafelerinin Amerikan barlarında giderilmeye çalışılır." "Kanatlı Karınca" adlı ilk kitabımı o zaman Nisan Yayınları'nın sahibi olan Mehmet Güreli basmıştı. Hoş bir tesadüf, Mehmet Güreli'nin dayısı rahmetli Salah Birsel 1976 yılında yayınlanan "Kahveler Kitabı" adlı eserinde İstanbul kahvelerini anlatır. Radikal'deki haber yaşamımızın bir bölümünü bıraktığımız "Fransız kafe kültürü efsanesinin" sona ermek üzere olmasından söz etmekteydi... Son on beş yıl içinde Paris'teki kafelerin sayısı yüz elli binden altmış bine düşmüş... Kafelerin irtifa kaybetmeleri yeni değil... Çok öncelerden Amerikan hamburgercileri Fransız kafelerin yerini almaya başlamıştı bile. Nitekim, sözü geçen haberde "Fransız vatandaşlarının yiyip içmeye geçmişte olduğu kadar zaman ayırmadığı" da vurgulanıyordu... Demek ki, Fransa'da zamanın temposu daha da artmış... Sanayi sonrası toplumun hızı ülkeleri sardıkça zamanın kullanım biçimi de değişiyor... Hürriyet'in Cuma Eki ise Türkiye'nin "dekorasyon" açısından en güzel on kafesini belirlemişti... Bunlar bizim babadan kalma, işsiz yığınlarını barındıran kahveler değil, Fransız usulü yaşamın uzantısı kafelerdi... Sokak arası kahveler... Metropol kafeleri... Fransız kafeleri... Kahveler ve kafeler söz konusu olduğunda aklıma hemen, bu mekanlarda yazmayı seven birçok yazardan biri olan Nobel ödüllü Mısırlı yazar Necip Mahfuz'un yazılarını kırk yıldır devam ettiği bir kahvede yazması düşüyor. Türkiye Fransız kafelerine yaklaştıkça, Fransa da daha tempolu bir hayata geçiyor... Bizim kahvelerimizin nitelik değiştirmesi ise tüm toplumun değişimi anlamına geliyor... Onlar değiştiğinde Türkiye de değişecek. Ya da Türkiye değiştiğinde kahvelerimiz de değişecek.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|