|
|
|
|
|
Şimdi nargile zamanı
|
|
Gençlerde yeniden tutku haline gelen nargile, tütünün keşfiyle hayatımıza girdi. IV. Murad yangınlardan bir dönem yasaklasa da gelir kaynaklarının başındaydı.
Tophane'den Sultanahmet'e, Bakırköy'den Beyoğlu'na kadar her yerde nargile salonu... Bugünlerde özellikle gençler arasında yeniden bir tutku haline gelen nargilenin tarihi tütünün keşfi ile başlar. Christof Colomb Amerika'ya ayak basmış, keşif yapmak için iç bölgelere bir grup göndermişti. Bir nebatın yapraklarını yakarak, dumanını teneffüs eden yerlilerle karşılaştıklarında, bu nebat kendilerine de ikram edilecekti. Yerliler tarafından ikram edilen bitki, dönüşte Colomb'a sunuluyor, ilk dönemler kutsal sayılan ve dinsel ayinlerde kullanılan tütünün dünyaya yayılması ise Kral II. Philip tarafından gerçekleştiriliyordu. Kral, İspanya'nın ekonomisinin güçlenmesi için Hindistan baharatına karşılık Amerika'daki tütünü ülkesine getirtmişti. Bu hızla yayılışın Osmanlı Devleti'ne gelmesi uzun sürmeyecek ve IV. Murad döneminde yangınlar nedeni ile yasaklanmalara kadar gidecekti. Ardından bu yasak kalkmış ve devletin büyük gelirlerinden biri haline gelmişti. Uğur Yeğin'in "Nargile" çalışması tarihin bazı noktalarına da ışık tutuyor. Nargile her alanda karşınıza çıkıyor.
MİMAR SİNAN'IN DENEYİ Süleymaniye Camii, Osmanlı Devleti'nin en parlak dönemine muhteşem eserleri adını yazdıran Mimar Sinan'ın yapıtlarından biridir. Yapımı sırasında caminin tam ortasında nargile içerken Kanuni Sultan Süleyman tarafından görülmüş, bu manzara karşısında hiddetlenen padişah Mimar Sinan'ı: "Bre Sinan, bu ne rezilliktir, bu mübarek çatı altında nargile ile keyif çatarsın" azarlamıştı. Oysa Mimar Sinan o sırada ince zekası ile bir deneme yapmaktaydı. Cemaatle kılınan namazlarda hem insan nefesleri hem de camii içinde yanan yağ kandillerinin havayı kirleterek tavan ve süslemelerin üzerindeki is birikimi olabileceğini düşünmüş, giriş kapısının üstüne bir hava tahliye aralığı yapmıştı. İşte nargilesiyle bu tahliye aralığını denemekteydi. Bunun açıklamasını ise padişaha şöyle yapacaktı: "Sultanım, dikkat edin nargilemde tömbeki yoktur. Sadece suyun kaynamasından meydana gelen sesin camii içerisinde dağılımını kontrol ediyorum. Burada suyun fokurdamasından meydana gelen ses, caminin her tarafına eşit şekilde dağılırsa, yarın hoca efendi bu mihraptan 60-70 metreye kadar toplanan cemaate sesini rahatlıkla duyurabilecektir. Bu yolla caminin akustiğini kontrol ediyorum." Her şeyde zarafete önem veren Osmanlı devleti, nargile yapımında da aynı özeni gösterti. Billur beyaz ve renkli şişeler, gümüş çiçekli ve meyvelerle süslü başlıklar ve yaldızlı toprak lüleler en çok İstanbul'da imal edilen nargile parçalarıydı. Bazen şişesi bile gümüşten çok zarif nargileler yapılmış, marpuç ucuna takılan ağızlık yapımında kehribarların en iyisi kullanılmıştı. Keçi memesi adı verilen ucu çavuş üzümü biçiminde ortasına doğru kalınlaşarak tekrar incelen ve zamanla kırmızılaşan eski yekpare kehribar ağızlıklarla, ucu palamut biçiminde olup ortası altın kakmalı yeşimlerle süslü, eteği yine kehribardan olan ağızlıklar İstanbullu ustaların eseriydi. Nargile parçalarını yapan ustaların bulunduğu yerler marpuçlar, imameciler, lüleciler, takatukacılar gibi ayrı çarşılar oluşturur, Mahmutpaşa'nın alt başında bugün de aynı adla anılan yerde çalışırlar. Marpuççular Çarşısı, Mısır Çarşısı'na yakın bir yerdeydi. Marpuç ustaları renk renk meşinleri iki parmak eninde kesip nevrekar dedikleri, kendilerine mahsus bıçakla tıraş ettikten sonra çirişleyip demir çubuklar üzerine sararlardı. Daha sonra sarı ince telleri helezonik biçimde sarıp kuruttuktan sonra içinde demir çubuğu çıkarırlar ve marpuç ortaya çıkardı. (Eski İstanbul Yaşayışı, Musahipzade Celal, Türkiye Yayınevi, 1946)
KOKUSU ÇOK KUVVETLİ Tophane'de Kılıç Ali Camii'ni geçip Kapıiçi'ne girerken sağ tarafta Lüleciler Çarşısı başlar ve hendek denilen yani Kumbaracılar Yokuşu'nun alt başına kadar devam ederdi. Buralardaki dükkanların bodrum katlarında kireç kuyusu gibi çukurlar içinde mercan gibi kırmızı bir nevi lüle çamuru yoğrularak dövülür, terbiye edilir ve sakız gibi bir hale geldikten sonra işlenirdi. Çeşit çeşit, her boyda çubuk ve nargile lüleleri yapıldığı gibi deve tüyü adı verilen fincanlar da yaparlardı. Lüle yapanlar üstlerindeki kızılımsı tozdan belli olurdu. Nargilenin kokusu çok kuvvetli olduğundan her dönem kahvehanelerde içimi tercih edilmiştir. Osmanlı döneminde nargilenin en yaygın olarak içildiği semtler arasında Beyazıt ve Sultanhamam ilk sırada yer alır. Özellikle Çınaraltı Kahvesi her dönem edebiyatçıların toplandığı ve nargile içerek uzun saatler sohbetler ettiği mekan durumundaydı.
|
|
|
|
|
|
|
|
|