| |
|
|
Çirkince'den Şirince'ye.. Tekrar Çirkince, sonra gene Şirince'ye..
Nasıl güzel bir yazıydı.. Bir nefeste okudum.. Kemal Sulaoğlu adlı okurum, öyle güzel araştırmış, öyle güzel yaşamış, öyle güzel yazmış ki.. Size öyle keyifle sunuyorum ki..
*** Çirkince'yi ilk Sabahattin Ali 'nin 1947 tarihli bir hikayesinde tanıdım. Yazar, o hikayede iki Çirkince'yi anlatır. İlki 1917 yılıdır. Sabahattin Ali, annesi ve kardeşi ile birlikte Çanakkale'de asker olan babasının yanından, Çivril'de asker olan dedesinin yanına gitmektedir. Tren Selçuk'ta arızalanır; yolculara dört-beş gün burada konaklamak zorunda oldukları söylenir. Selçuk o yıl larda sıtmanın kol gezdiği, terk edilmiş bir yer görüntüsündedir. İstasyonda görevli bir yüzbaşı, bu asker ailesine sahip çıkarak, onları Çirkince'ye götürmeye ikna eder. Sabahattin Ali, dört gün kaldıkları ve belleğinde "Sihirli köy" olarak kalan Çirkince'yi şöyle anlatır.. "Selçuk'un kuzey sırtlarına düşen, meydanlarını iri çınarların gölgelediği, çamlar ve zeytinlikler arasında uzanan hafif çivit boyalı beyaz badanalı evleriyle yedi, sekiz yüz haneli bir Rum kasabası." Yazarın, "Çirkince"yi ikinci ziyareti 30 yıl sonrasıdır. İzmir'den Ankara'ya gitmektedir. Tren, Selçuk'tan aktarma yaparak, Ankara'ya devam edecektir. Sabahattin Ali, 12 saatlik bu fırsattan yararlanarak, "Efesos"u ziyaret etmek, ardından da "Çirkince"yi yeniden görmek ister. Efes ziyareti bir düş kırıklığıdır; "Bu harabeler, sanki seneden seneye daha bir harab oluyor. Binlerce yıl önce aralarında bazı insanların insanlar gibi yaşadığı mermerler bile kendilerini asırlarca örtüp koruyan anlayışlı toprağın altından çıkarıldıklarına küsmüşcesine, kararıp kirleniyordu." Selçuk'a döner ve bir at bulup bin an önce Çirkince'ye gitmek ister. Karşısına, yıllar öncesinde Efesos'ta karşılaştığı yaşlı ilkokul öğretmeni çıkar. Öğretmenin onu Çirkince'ye uğurlarken söyledikleri, yaşayacağı ikinci hayal kırıklığının ifadesidir: "Biz harabı tahripte bile ustayız, mamuru tahripte neyiz? Kıyas buyurun." "...İçime Efesos'un perişan hali karşısında duyduğum acıya benzer bir gariplik çöktü. Kimbilir, Çirkince'yi ne halde bulacaktım Köyü baştan başa dolaştım. Bu sekiz yüz evli küçük kasabada şimdi elli aile bile oturmuyordu. Buraya mübadil olarak yerleştirilen muhacirler tütüncü oldukları için incirlerini, zeytinlerini yok pahasına satmışlar, hatta birçok ağacı da kesip kışın yakmışlardı." Kasabanın eski sakinlerinden Giritli kahveci kalmıştır. Dertleşirler, Giritli, değişimi şöyle anlatır: "Eskiden buranın sahipleri burada yaşar, burada işlerdi. Burası bizim elimize geçti mi ki? Merak etme milletin eline bir şey geçmedi; ovalar, dağlar, üç beş fırsat düşkününün elinde toplandı. Cennet gibi yerler virane oldu diye gavurda keramet, Müslüman'da kabahat arama. Sen sahipli memleketi sahipsiz eden beylerin yakasına yapış." Selçuk'a döndüğünde yaşlı öğretmenin ağdalı Türkçe'siyle Sabahattin Ali'ye söyledikleri, değişimin (!) çarpıcı özetidir. "Teşrif buyurduğunuz köye hala Çirkince diyorsunuz. Halbuki orası artık Çirkince tesmiye edilmiyor. Kaza kaymakamı ile parti erkanı devri Cumhuriyet'te böyle güzel bir vatan köşesinin adını Çirkince olarak bırakmayı muvafık bulmadılar. Dahiliye Vekaleti'ne müracaat ederek değiştirdiler. Şimdi oranın adı Şirince'dir. Yaaa!.. Şirince..."
*** Şirince'yi daha sonra dostlarımdan dinledim. Sonra, Sevan-Müjde Nişanyan'ın hazırladığı "Türkiye'nin En Güzel Otelleri" adlı kitapta bu köye ayrılmış üç sayfadan tanıdım. "Ege bölgesinin en güzel köyü. Geleneksel mimarisini büyük ölçüde korumuş eski bir Rum yerleşimi. Halkı güleryüzlü ve konuksever; Rumeli göçmeni. Ev işi şarap yapıyorlar, dantel satıyorlar. Zeytinyağı, keçi peyniri, ekmeği, cevizi güzel. Köy 350 metre yüksekte, bağlar ve şeftali bahçeleriyle örtülü." Bir Sabahattin Ali'yi, bir de Nişanyan'ın sözlerini düşündüm. Olacak şey değil! Demek bu ülkede de güzel şeyler olabiliyor. İnsanlar istediklerinde yitirilmiş güzellikleri bile bir bir geri getirebiliyorlar. 20'li yıllarda buraya yerleşen İskeçeli, Kavalalı tütüncülerin torunları, Şirince'nin doğasına, özgün kimliğine sahip çıkabiliyor.
*** Teşekkürler Kemal.. Teşekkürler Sevan..
|