| |
|
|
Yere siyaseten koy ki kırılmasın!
İskenderiye'de gemilerden yük boşaltan hamallara çavuşları, "Çuvalı yere siyaseten koy" diyerek, taşınan eşyaları kırıp dökmemelerini söylerlermiş. Siyaset gerçekten de böyle bir şey olmalı. Siyasette tek amaç hiçbir kural dinlemeden sadece rakibin kalesine gol atmak olduğu zaman, tribündekiler sahaya iniyor. Ancak Bülent Ecevit'in 1970'lerde hayal ettiği gibi açık tribündeki halk değil, şeref tribünündeki oligarşi iniyor sahaya. Yani iktidar ile muhalefet arasındaki ilişkilerin, eski kayıp yıllardakinden farklı olması, kaçınılmaz bir gerektir. Örneğin gündemi işgal eden "Yargıtay-MİT-Çakıcı" üçgenindeki gelişmeleri hep birlikte izlerken, yine "Dokunulmazlıklar" konusu önümüze çıktı. Yine gördük ki, dokunulmazlık denilen ayrıcalık, sade milletvekillerini değil, tüm kamu görevlilerini de, hukuk ve adalet karşısında bir zırha bürümekte. Örneğin basit bir yargı kararı (Sulh Ceza Mahkemesi'nde) ile, normal bir vatandaşın telefonlarını dinletebilirsiniz. Ama bir kamu görevlisi söz konusu olduğu zaman bu çok zor. Veya dinlenilse bile, bu delil olamıyor. Ancak medyaya sızdırılarak, toplumsal kuşkulara dayanak oluyor. Sonuçta suçlular korunurken, toplum gözünde en yüce kurumlar yıpratılıyor. Demek bu dokunulmazlıklar konusunda, iktidar ve muhalefetin uzlaşarak bir çözüm üretmeleri gerekmekte. Sakın "İktidar çoğunluğu tek başına Anayasa bile değiştirebilir" demeyin. Bazı konularda "Ulusal Uzlaşma" olmazsa, sayısal çoğunluk her şeye yetmez. En teknik yasaların bile, bir anda "Rejim elden gidiyor" konulu tartışmalarda dayanak olduğunu görmedik mi? Bunu, İskenderiye hamallarının çavuşları da bilir. Bu konuda sanırım şu andaki ana muhalefet de bu çizgiye gelmeye başlamıştır. Yani dokunulmazlık sade milletvekili dokunulmazlığından ibaret değil. Bu arada CHP Grup Başkan vekili Kemal Anadol'un, TMSF'nin elindeki medyanın satılmasına (veya özelleştirilmesine) ilişkin son açıklamasını da, mutlulukla karşıladığımı vurgulamalıyım. Anadol bu konudaki dört önemli ve doğru noktayı, son açıklamasında altlarını çizerek hatırlattı. Şöyle dedi: - Birincisi satışın hangi ihale yöntemiyle yapılacağı önceden açıklanmalıdır. İkincisi medyada tekelleşmenin önüne geçilmesi için Rekabet Kurulu'ndan mutlaka izin alınmalıdır. Üçüncüsü ihaleye girenlerle ilgili olarak mutlaka güvenlik belgesi alınmalıdır. Dördüncüsü paravan kişilerin girmesini önlemek için ihaleye girenlerden mali yeterlilik belgesi istenmelidir. Bu dört şart yerine getirilmezse ihale şaibeli olur ve sorunlara yol açar. Bunlar sade kamu elindeki medyaların değil, tüm KİT'lerin özelleştirilmesinde dikkate alınması gereken noktalardır. Bu doğrulara böylesine sahip çıkan bir parti sözcüsünün partisi, herhalde sırf ideolojik nedenlerle, kökten-devletçi rolü oynamaz. Aslında CHP'nin ciddi bir imaj sorunu olduğu ve bazı alanlarda eski Doğu Avrupa'nın doktriner, bazı alanlarda da Ortadoğu'nun Baas partilerine benzer görüntü verdiği kesin. Herkül Millas, Zaman'daki yazısında "Yunanistan'da ders verirken, öğrencilere Türk Solu'nu anlatamıyorum. Ayrıntılı görüşleri anlatınca, Yunanlı öğrenciler 'Bu Nasyonal Sosyalizm' diye tepki gösteriyorlar" diyordu önceki gün.
|