| |
|
|
İngilizler'inkini biliyoruz, ya bizim karakterimiz ne?
Yıllarca BBC'de Panaroma programlarında hayranlıkla izlediğim Jeremy Paxman'ın "Bir Halkın Portresi; İngilizler" kitabını okuyorum (A Portrait Of A People; The English- Penguin Books, 1999) İskoçyalı, İrlandalı veya Galli olanların hepsi, hiç yüksünmeden kendilerine "İngiliz" yani "English" derler. Ama Britanyalı (British) demezler. Paxman buradan hareket ederek, "İngiliz"in ne olduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışmış. 1951'de başlayıp üç yıl devam eden ve 11 bin İngiliz'in katıldığı bir araştırma ile, The People dergisi, İngilizlerin ulusal karakterini saptamayı denemiş. Sonuçta, ulusal karakterin son 150 yılda fazla değişmediği yargısına varmışlar. Gerçi şekilde bazı değişiklikler olmuş. Yasa dinlemeyen bir toplum, hukukun üstünlüğüne bağlanmış. Kamusal yaşamdaki yaygın kokuşmuşluk, yerini çok yüksek dereceli bir ahlak ve doğruluk anlayışına bırakmış. Açık alanlardaki idamları izleyerek eğlenen, köpekleri boğuşturan İngilizler, insancıl ve merhametli olmuşlar. Bunları "Şekildeki " değişiklikler olarak niteleyen Paxman, "Değişmeyen Karakter" olarak, İngilizler'in şu niteliklerinin, araştırmada yeniden vurgulandığını yazıyor kitabında: Özgürlük aşkı, öz-kontrol, komşu uluslara göre cinselliğe karşı daha az ilgi, diğer insanların duygularına önem vermek, evliliğe ve aile kurumuna değer vermek Buna göre İngilizler, kişiliğin oluşmasında, eğitimin çok önemli olduğuna ezelden ebede inanırlarmış. 2'nci Dünya Savaşı, İngilizler'in birbirleri ile ne kadar bütünleşmiş bir halk olduğunu yeniden vurgulamış. Jeremy Paxman da, 1951'deki People Araştırması'ndan hareketle, İngilizler'in günümüzde yaşadığı değişimi sıralamaya çalışmış. 1947'de "ölene kadar" diye evlenen Kraliçe Elizabeth ve Edinburg Dükü'nün dört çocukları oldu. Bu çift 50'nci Altın Jübile'lerini 1997'de kutlarken, üç çocuklarının da evlilikleri başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Daha da ötesi, tahta varis olan prensin eşi, bir Paris bulvarının alt geçidinde, bir mağaza sahibinin oğlu olan sevgilisiyle birlikte, bir kazada can verecekti. Zamanında Napolyon İngilizler için "Dükkan Sahipleri" demiş. Neticede Lady Diana'nın sevgilisi de, İngiltere'nin en büyük dükkanı olan Harrods'un sahibi değil miydi? "İngilizler" kitabına ara verdiğimde, biz "Türkler"i düşündüm Daha doğrusu, Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkesi, Sünnisi, Alevisi, Hıristiyanı, Yahudisi, Doğulusu, Batılısı, köylüsü, kentlisi ile biz "Türkiyeliler"in şekilde yaşadığımız değişimler ve değişmeyen karakterimiz nelerdir? Neticede bizler de monarşiden cumhuriyete ve sonra demokrasiye geçtik. Biz de tüm sosyo-politik yaşamımızı, hukukun üstün olduğu, insan hak ve özgürlülerinin kutsandığı bir düzeni gerçekleştirmeye adadık. Artık biz de, insanlara işkence ve hayvanlara eziyet yapıldığı zaman irkilip, tepki gösteriyoruz. Ayrıca 1980'de Özal'la girilen "Serbest Pazar Ekonomisi", toplumsal ve bireysel davranışları da etkileyip değiştirdi. Peki, ulusal karakterimizin150 yıldır değişmeyen öğeleri nelerdir acaba? Aslında ne Atatürk'ün toplumu motive etmek için söylediği gibi "Türk zekidir, çalışkandır" diyerek, ne de Aziz Nesin'in yaptığı gibi biz Türkler'in zeka düzeyini aşağılayarak, değişmeyen ulusal karakterimizi saptayabiliriz. Eğer törelerimize bakarak karar verecek olsak veya geleneklerimize takılsak, ulusal karakterden çok, Orta Asya- Orta Doğu- Orta Avrupa sürecindeki etkilenimden ve kültürel sentezlerden söz etmemiz gerekir. Acaba devletten hem korkup, hem de kökten-devletçi olmamız mı ulusal karakterimizin temel öğesi?. Sürekli kanunlara ve kurallara uymayanlar aleyhinde konuşup, kanunlara ve kurallara uymamayı kendine hak görmek mi? Vatanını çok sevmek ama vatan toprakları üzerinde, imar ve kentleşmenin gereklerine hiç uymayıp, vatanı çirkinleştirmek mi? Galiba kalabalık yaşamayı seven, çoğunluğun eğilimlerini genellikle tartışmadan doğru bulan, farklı olanı hoş görmeyen ve aynı zamanda aşırı bireyciliği ve hatta egoistliği benimsemiş, ikilemleri bol bir ulusal karakterden söz etmemiz mümkündür. Sıcak kanlı, "Hayır" demeyi bilmeyen, misafirperver, cömert, sevince çok seven, sevmeyince nefret de edebilen, tuttuğu futbol takımını ulusal karakterinin bir öğesi gibi gören, yabancıların kendisi hakkındaki düşüncelerini abartılı önemseyen, nazar boncuğu takıp varlığını teşhir etmesi halinde kem gözlerden sakınabileceğini zanneden, kendi annesini kutsarken, diğer kadınların da başkalarının anneleri olduğunu aklına getirmeyen, televizyona yeryüzünde en geç kavuşup şimdi televizyon dizilerini gerçekmiş gibi izleyen..
|