| |
|
|
Her şeyi devletten beklemenin sonu yok ki!
Türkiye'de özel girişimcilerin eğitim sektörüne girmeleri, ülkenin gelece- ğine dönük büyük bir fırsattır. Şu anda, Türkiye'de 77 tane devlet ve 24 tane vakıf (yani özel girişim) üniversitesi var. Hızla gelişen bu vakıf üniversitelerini kamuoyu artık tanımaya ve benimsemeye başladı. Hepimiz, Yeditepe, Koç, Bilgi, Sabancı, Fatih, Bilkent ve benzeri isimleri duyunca, bunların üniversiteleri ifade ettiğini biliyoruz artık. Bu üniversitelerden bazılarını büyük hocalar kurdu. Bunlara bir örnek Prof. Doğramacı'dır. Bazıları, mesela Bahçeşehir gibi, dershanelerden üniversiteye dönüştü. Bir kısım vakıf üniversiteleri, köklü liselerin kendilerini yenileyip, yüksek eğitime de açılmalarının sonucunda ortaya çıktı. Özellikle İnan Kıraç'ın çabaları ile, Galatasaray'ın yaptığı aşamalar, buna bir örnektir. Veya Bedrettin Dalan önderliğinde İstek Vakfı liseleri, Yeditepe Üniversitesi'ni üretmiştir. Bir de, sektörlerin ya da büyük sermaye gruplarının üniversiteleri var. Koç, Sabancı üniversiteleri bunlara örnektir. Büyük hayırsever Kadir Has'ın adı da, bu şekilde bir üniversite ile özdeş olmuştur mesela. Bu vakıf üniversiteleri de, devlet üniversiteleri gibi, YÖK sistemi içindeler. YÖK'ün iyi ve aksak yanlarının yansımalarını, onlar da hissediyorlar. Eğitimde amaç "Sorgulayan öğrenci" yetiştirmektir teoride. Ama mevcut ekonomik ve politik şartlar, sorgulayandan çok, gelecekte ne olacağını bilemeyen bir öğrenci kuşağı üretmekte. Ayrıca yoğun bir merkezi ideolojik yönlendirme ile, toplum ve dünya gerçekleri arasında kalmış, ikilemler yaşayan bir üniversite gençliği olgusu da var toplumumuzda. Bunun yanında kaç lise mezununun üniversite öğrencisi olmak için sınava girdiğini ve kaçının girebildiğini de, her yıl şok yaşayarak yeniden öğreniyoruz. Her üniversiteye giriş ve yerleştirme döneminde, çarpıcı rakamlarla bu acı gerçekleri hatırlıyoruz. Sonra biraz zaman geçince de, üniversite meselesi denince aklımıza sadece "Türban" geliyor. Gaziantepli hemşerim Bekir Okan'ın da bir üniversite kurduğunu duyunca, onunla ve Okan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sadık Kırbaş'la oturup konuştum. Bekir Okan, Gaziantep'teki sanayi tesisleri ertesinde yatırımlarını Kazakistan'a yönlendirmiş. Bunun yanında Marco Polo ile turizmde de var. "Bunca üniversite varken neden sen de bir tane kurdun" sorusunun Bekir Okan açısından iki cevabı var. Birincisi, adını gelecek kuşaklara bir hayır işi ile de bırakmak. İkincisi de, deneyimli bir sanayici olarak, farklı bir üniversite kurup, bu üniversite mezunlarının piyasada aranan donanıma sahip olmalarını sağlamak. Rektör Prof. Kırbaş, Okan Üniversitesi öğrencilerinin İngilizce, Almanca ve İspanyolca yanında, Rusça'yı, hem turizm, hem de ticaret dili olarak öğreneceklerini vurguladı. Puşkin Üniversitesi ile anlaşma imzalamışlar. Bunun yanında, öğrenciler, ilk yıldan itibaren çalışma ortamına sokuluyormuş. Örneğin bu sezon, 5 öğrenci Nurol Holding'de, 8 öğrenci Marco Polo'da, bir öğrenci de DEİK'te çalışmaktaymış. Okan Üniversitesi daha yolun başında. Bu yıl 400 öğrenci alacaklar. İleride, Orta Asya ticaretine Rusça bilgileri ve bilimsel donanımları ile egemen olacak yeni ku- şakların öncüleri şeklinde göreceğiz bu öğrencileri. Ya da Türk turizminin yıldızları çıkacak bunların arasından. Bunları dinleyince "Keşke genç olup, hayata yeniden başlayabilseydim" dedim içimden. 1960'larda gazeteciliğe başlarken "Bu bölgede bir gazeteci, İngilizce yanında Rusça ve Arapça'yı ve mümkün olursa Farsça'yı da öğrenmeli" diye düşünmüştüm. İki yıla yakın Rusça ders aldım, yazmayı, grameri, okumayı öğrenmiştim. Arapça ve Farsça'ya da başlamıştım. Ama yoğun çalışma bunları geliştirmeme engel oldu. O yıllarda hem gece sekreterliği yapıyor, hem gündüzleri dış haberlerde çalışıyor, hem de araştırmacılık ve muhabirlik yapmaya çabalıyordum... Netice-i kelam, hem üniversite kuranlara, hem de bu üniversitelerde dünyaya açılmak için okuyanlara başarılar diliyorum.
|