En kötüsü yarıda bırakmak
Yaşanan devalüasyon, fırlayan faizler, daralan likidite ve kredilerin yüzde 30'unun batmasıyla 2001'de tam dört temel bankacılık riski aynı anda gerçekleşti. Bankaların üçte biri battı. 81 olan sayı 49'a düştü. Kamu kesimi, batan özel bankalardan 17.3 milyar dolar, kamu bankalarından 21.9 milyar dolar olmak üzere 39.3 milyar dolarlık yük üstlendi. Halbuki çok değil, bir yıl kadar önce devlet düşen faizlerden dolayı çok kazandığı gerekçesiyle bankalara 500 milyon dolarlık vergi salmıştı. Bir de, dört bankadan 1 milyar dolar almıştı. 2001 krizine kadar bankalar devleti sırtlamıştı, sonrasında devlet bankaları sırtladı.
Program için önemi Krizin etkisiyle bankacılıkta yapısal değişiklik başladı. Devlet, bankacılığa sıkı bir düzen ve denetim getirmek istiyor. Uluslararası konjonktür de bunu gerektiriyor. 2002'de uygulanan Bankacılığı Yeniden Yapılandırma, aynı zamanda Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı'nın önemli bir ayağı. Bankaların yeniden kredi verir hale gelmesi, özel sektör eliyle kalkınmayı finanse edecekti. Bankacılığın sermaye sorunu halledildi gibi. Bitişikteki tablo BDDK'ya ait. Veriler yüzde 31 gibi çok yüksek bir sermaye yeterlilik rasyosuna ulaşıldığını ortaya koyuyor. Hatta bu kadar sermayenin üzerine oturulması, risk alınmaması bir sorun. Sermayenin hantal bir şekilde kullanılması sonucunu doğurabilir. Sermaye takviyesi yapılmış olmasına karşılık henüz bankacılık reformu tamamlanmış değil. Nitekim Devlet Bakanı Ali Babacan'ın açıklamalarından, hazırlanmakta olan yeni ekonomi programının üç önemli ayağından birinin bankacılık olacağını öğreniyoruz. IMF de Türkiye'den banka reformunu tamamlamasını istiyor.
Sorun ne? Kamu kesimine bu kadar yük olan, krizde yeniden yapılandırması için en çok uğraş verilen, 1999 ortasından bu yana altıncı yasayı çıkarmaya hazırlandığımız, hükümeti ve ekonomi yönetimini bunca uğraştıran sorun nedir? Yukarıdaki tablolarda Türk bankacılığının diğer ülkelerle karşılaştırması var. Biz geçmişte bankacılığı çok kârlı gördük. Ama öyle olmadığını yaşayarak anladık. Bu iş o kadar kolay olsaydı, bunca banka batmazdı. Ayakta kalanlar da yabancı ortaklıklara gitmeyi tercih etmezdi.
Aracılık maliyeti yüksek Gerek aktifler, gerek mevduat ve krediler ile özkaynaklar, Türk banka sektörünün küçük kaldığını gösteriyor. Bunda aracılık maliyetlerinin vergilerden dolayı yüksek kalmasının payı büyük. BDDK araştırdı: Yüzde 37 net faiz verilen mevduatın kredi kullanıcısına banka komisyonu hariç maliyeti yüzde 56. Aradaki fark 20 puan. Para sisteme girmekten çekiniyor. Ve böyle bir sistemden para kullanmanın avantajı kalmıyor. Yukarıda görüldüğü gibi, Türk şirketleri yurtiçindeki kredilerden daha çok yurtdışından borçlanmaya gidiyor. Son dört yılda bu borçlanmanın stoku 10 milyar dolar artmış ve 38 milyar dolara çıkmış. Bankalar kredi de kullandıramıyor.
Makas değişikliği 2001 krizine gelinceye kadar bankalara dendi ki, para toplayın, iştirakler edinin ve ekonomiyi büyütün. Şimdi deniyor ki; bu yanlış olmuş. Kademeli şekilde iştirakleri elden çıkartın. Sadece para toplayıp para satın. Bu parayı kendiniz kullanmayın. Ama iştirakler de ortada. Çocuk dünyaya gelmiş bir kere. İşte Türk bankacılığı böyle keskin bir makas değişikliğine zorlanıyor. Tren eski rayından çıkartılmış, yeni rayına da henüz konulamamış. Reforma asıl bu nedenle devam edilmeli. En kötüsü yarıda bırakmak. Devam edeceğim.
Sonuç "Sonu hayırlı olan her şey iyidir" (İngiliz Atasözü)
|