Demokratik aile örgütü
İster merkez sağda, ister solda olsa kural değişmiyor. "Demokratik kitle örgütü olduklarını" her aşamada söylemelerine karşın, Türkiye'de liderler siyasal partileri aile şirketi olarak görüyor. Türk siyasi hayatının, bırakın daha uzun geçmişini, son 20 yılına bakıldığında bu gerçek ortada duruyor. Örneğin Turgut Özal... 1989'da Cumhurbaşkanı seçilip Çankaya Köşkü'ne çıkarken, ANAP Genel Başkanı'nın kim olacağını bizzat belirleyen kişiydi. Başbakanlık görevini Yıldırım Akbulut'a vererek, Büyük Kongre'de genel başkanlığa kendisinden sonra gelmesini sağlamıştı. Böylece, Çankaya'da otururken, partiyi de istediği gibi yönetmek istiyordu. Ancak, planı uzun sürmedi. O dönemde Genel Başkanlık konusunda kendisine muhalefet edenlerden önce, Akbulut'la çatıştı. Körfez savaşındaki Türkiye'nin izleyeceği politikadan, işçi ücretlerine kadar en büyük anlaşmazlıklarını Akbulut'la yaşadı.
Demirel de Özal gibi... Özal'ın ölümü sonrası Çankaya'ya çıkan DYP lideri Süleyman Demirel'in davranışı da farklı değildi. DYP Büyük Kongresi öncesi, delegelerin Güniz Sokak ziyaretleri ve kendilerine Demirel'in İsmet Sezgin'e oy vermeleri ricası hala hafızalarda bulunuyor. Demirel, o dönemde belki istediğini yaptıramadı, Tansu Çiller'in Genel Başkan seçilmesini engelleyemedi. Ancak, Çankaya Köşkü'nde bulunduğu süre içinde DYP ile irtibatını hiç koparmadı. Sol partilerde de durum farklı olmadı. Deniz Baykal, seçim yenilgisi sonrasında CHP liderliğini bırakıp gittikten sonra, partinin delege seçiminden, teşkilatlanmasına kadar her konusuyla ilgilendi. Kısa bir süre sonra da yeniden genel başkan olarak partinin başına döndü. Bu arada istisnalar da yaşandı. Örneğin Erdal İnönü.. Liderlikten ayrılma kararı verdikten sonra partiyle ilişkisi sadece ilgi düzeyinde kaldı. İç işlerine hiç karışmadı, yeni bir siyasi oluşum içine girmedi. ANAP liderliğinden ayrılan Mesut Yılmaz için de, bir parça da olsa bu durum geçerliydi. Her ne kadar Büyük Kongre'de, Lütfullah Kayalar'ı desteklediği söylense de kendisi bizzat işin içine giren veya parmak izini gösteren kişi olmadı. Yakın çevresinin Kayalar'a verdiği destek Mesut Yılmaz'a mal edildi. Diğer kitle örgütlerinde de durum farklı değil. Başına bir kişi geçti mi, neredeyse hayatının sonuna kadar başkan olarak kalma geleneği sendika, dernek veya diğer sivil toplum örgütlerinde de devam ediyor. Dolayısıyla, kitle örgütlerinin başına "demokratik" kelimesini eklemek Türkiye'de biraz zorlaşıyor.
Ecevit'in veliahdı Önceki gün kongresi yapılan Demokratik Sol Parti'de de durum benzerdi. Yıllardır partiyi tek başlarına sırtlarında taşıyan ve Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit, Zeki Sezer'in seçilmesinde birinci faktördü. Kurultay salonunda delegelerle yaptığımız sohbette de bu açıkça yansıyordu. Antalya'dan gelen bir grup delege, Şükrü Sina Gürel'e oy vereceklerini söylüyorlardı. İçlerinden biri gerekçelerini şöyle açıklıyor: "Biz kitle örgütü olamadık. Haberimiz olmadan görevden alınıp atamalar, tabana dayanmayan ve oradan gelmeyen bürokratik bir atama zinciri içinde siyasi yapılanmamız devam etti. Ecevit rahatsızlanınca da parti tabana dayanmadığı için oyları yüzde bire düştü..." Sadece Antalya'dan gelen delegeler değil, Rize ve Hakkari'den gelenler de aynı yaklaşım içindeydi. Her ne kadar bunu söyleseler de sonunda Ecevit'e son bir vefada daha bulunmaları gerektiğini kayda geçiriyorlardı. Nitekim, duygusal yön ağırlık kazandı ve Ecevit'in istediği oldu. Bu açıdan bakıldığında, aslında delegenin üçte birine yakınının tercihi olan Şükrü Sina Gürel'in aldığı oyların küçümsenmemesi gerekiyor. Ecevit'ten sonra Genel Başkanlık koltuğuna oturan Zeki Sezer, bundan sonraki dönemde DSP'yi tabana yayan, atamalarla götürmeyen bir lider olması halinde kalıcı olabilir. Bunları başaramazsa, DSP ancak bir siyasi okul veya vakıf olarak hayatını sürdürür... Veya kısa süre sonra yeni bir Kurultay'a daha gider...
|