Arınç'a dair…
Hakkında yazdığım üç eleştiri yazısının ardından beni defterinden sildi! (Üzüldüm tabii. Ama sağlık olsun! Zaten yazıyla sahici ilişki kurmanın bedeli böyle bir şey değil midir? Dostluklar bitecek, sıkıntılar çekilecek, ne yapmak istediğiniz sorgulanacak ama sonunda kazanan sizin yazıyla kurduğunuz o namuslu ve erdemli ilişki olacak! Az şey midir bu?) Adımın üstünü kapkara bir kalemle silerken bahse girerim gözleri hafiften nemliydi ve ihanete uğradığından zerre kadar kuşku duymuyordu. Bu kadar sevdiği bir kişi tarafından eleştirilmek! Bunu hazmedemediğine adım gibi eminim. Hazımsızlığının ardında "Beni siyasi açıdan zor durumda bırakıyor, politik yaşamıma darbe vuruyor" anlayışının yatmadığını biliyorum. Çünkü onun kırılganlığının dünyevilikle zerre kadar ilgisi yoktur. Her şeyi bırakıp gidebilecek kadar gözü pek, herkese küsebilecek kadar kırılgan, gözyaşı dökebilecek kadar vicdanlı, sinirlendiğinde kendisini kaybedecek kadar zayıf, zaaf içinde olacak kadar merhametli bir adamın dünyevi hesaplarla ne ilgisi olabilir! Bu yüzden Bülent Arınç, bir politikacıdan çok "kırık kalpler kulübü"nün doğal üyesi gibidir. Zaten "Yaşamdan çok ölüme yakın durduğunu" söyleyerek herkesi şaşırtmamış mıydı? Belki size çelişkili gelebilir ama bütün bu özellikleri nedeniyle Bülent Arınç, benim için, yeni dönemin en fazla saygı uyandıran isimlerinin başında gelir. Onun bu "kırılgan yelpaze" halleri beni insanlık namına sevindirir. Bir yerlere gelmiş her politikacının, geldiği o yerde kalmak ve pek tabii daha yukarılara çıkmak için "Bir politikacının yapmaması gereken 10 şey" türünden bir yol haritası mutlaka vardır. İşte Bülent Arınç, bu tür içselleştirilmemiş ve alabildiğine yapay yol haritalarının adamı değildir. Ben onun bu yönünü de severim. Bülent Arınç'ı yakından tanımayanlar, onun yeniden Meclis Başkanı olmak için yanıp tutuştuğunu sanabilirler. Oysa onun kişisel tarihine şöyle bir bakan durumun hiç de öyle olmadığını ve Arınç'ın gücünün de aslında makam için yanıp tutuşmamasından kaynaklandığını anlayıverir: Hani 80 öncesi aşağılanan ve bir türlü yüzde 10'u bulamayan bir MSP vardı. Arınç, o dönemde bırakın Manisa'yı, bütün Ege'yi tek başına sırtlayıp götürmek zorunda kaldı. Her türlü istihzaya ve zorluğa göğüs gererek. Özal rüzgarının her tarafı alt üst ettiği, buna mukabil Refah Partisi'nin "yüzde 6"lık olduğu dönemlerde Manisalı bir avukat olarak Türkiye'yi dolaştı. Üstelik bunca fedakarlığa karşın o küçük partide bile ikbal kapıları kendisine kapatılmıştı. Erbakan'a karşı ilk bayrağı o açmıştı ama adaylıktan çekilip yerini Abdullah Gül'e bırakmakta zerre kadar tereddüt etmedi. Meclis Başkanlığı'na aday olmayabilirdi ama "Bülent Arınç eşinin başörtüsü yüzünden olamaz" türü haberlere sinirlenerek tuttu aday oldu. Şimdi görev süresi doluyor. Ve ben, "Başkan seçilmek için milletvekillerine kıyak yapıyor" haberlerine de, "Erdoğan'la arasında mücadele var" haberlerine de kulak asmıyorum. Bence siz de asmayın!
|