| |
Abdülhamit'in torunundan Lozan'a
Bugün 81'inci yıldönümünü kutladığımız Lozan Antlaşması'nın 50'inci yılı olan 1973'te İsmet İnönü, Türk Tarih Kurumu'nda önemli bir konuşma yapmıştı. Bir bölümünü aktaralım: "Harpte ne silahlar kullanılacaksa, ordular o silahların hepsini sulh zamanında talimlerde kullanırlar. Tüfek verirsiniz neferin eline, 'Bunu böyle atacaksın' dersiniz. Kafi gelmez, attırırsınız ona, nişancılıkta numarasını verirsiniz. Top; 'Bu top kullanılacak. Şöyle kullanılır, işte hedefe şu tarzda vurulur.' Evvela mesafeyi tahmin eder, tanzim ateşi yapar, ondan sonra da tahrip ateşi. Şu kadar atarsa şöyle bir netice alır.
Kurşun askerler gibi Ama bizim orduda bütün bunlar yasaktı. Hükümdarın zihniyetine göre, ordu hazırlığı şu demekti: Ne lazım? Şöyle tüfek, böyle top, böyle mermi lazım. Güzel. Hepsini alır, dolaba koyar, kilitler, onları göstermez. Onları ateş etmemek üzere gösterir. Ateş tahmini bilmezler. Bilmeyince o tamamıyla eksik kalır yetişmede. Sevk-i idarede de ciddi, hakiki harp vasıtaları olmayınca, o da nazari kalır. İmparatorlukta ehliyetli olmak bir şarta bağlıdır: Evvela sadakat! Şevketmeab'a sadakatta temayüz ederseniz her kapı açıktır, diğer kusurların hepsi sona kalır." Silahları depoya kilitleten, askere talim yaptırtmayan "Şevketmeab" kimdi biliyor musunuz; Padişah 2'nci Abdülhamit. Abdülhamit öylesine kuşkucuydu ki, işi Abdülaziz'in tahttan indirilmesinde etkili rol oynadığına inandığı donanmayı çürütmeye kadar götürmüştü. Gemilere cephane sokulması yasaktı. Yeni savaş gemileri alır ama en hayati parçalarını söktürüp saklardı. Gemiler de Haliç'te yosun bağlardı. İşte o eğitimsiz, tatbikat yapması, silah kullanması yasak ordu Balkan Savaşları'nı yitirdi, ardından da Birinci Dünya Savaşı'nı. Komutanlar, ünlü Arnavut yazar İsmail Kadare'nin "Ölü Ordunun Generali" romanındaki askersiz subaylara döndü. Atatürk ve arkadaşları Kurtuluş Savaşı'nın ilk 2 yılını orduyu eğitmekle, silahla tanıştırmakla geçirdi.
Şehzade Burhanettin ve oğlu 2'nci Abdülhamit çocuklarından en çok Şehzade Burhanettin'i severdi. Cuma selamlıklarında faytonunda sadece onun yanında oturmasına izin verirdi. Burhanettin oğluna Ertuğrul adını koyunca, Jön Türkler kıyameti koparmıştı: "Biz hanedanın sonunu getirmeye uğraşırken, başa mı dönüyoruz." 80 yıllık sürgünden sonra Türkiye Cumhuriyeti pasaportuyla yurda gelen Osman Ertuğrul, işte o Ertuğrul. Kurtuluş Savaşı verilmeseydi ya da yitirilseydi, Lozan'da Sevr Antlaşması yırtılmasaydı, herhalde bugün Çırağan Sarayı'nda değil, hemen yakınlarındaki Dolmabahçe'de veya Yıldız'da tahtta oturuyor olacaktı. Kimbilir ne kadar küçülmüş bir ülkenin, statüsü meçhul payitahtında, pardon başkentinde. Lozan Antlaşması ile bugünkü Türkiye'yi yaratan Atatürk ve silah arkadaşlarının değerini bilelim.
|