| |
Erdoğan'ın randevuları
Londra, Berlin, Madrid tamam. Sıra Türkiye'nin AB üyeliği için en önemli kilit olan Paris'i açmaya geldi Fransız basını Erdoğan'ın dün başlayan gezisini böyle değerlendirdi. Gerçekten de Fransız siyasetçilerinin de, partilerinin de çoğu Türkiye'nin üyeliğine karşı. AB Anayasası'nın mimarı, Fransa eski Cumhurbaşkanı Valery Giscard d'Estaing'in "Türkiye'nin üyeliği AB'nin sonu olur", "İstanbul Boğazı, Anadolu'nun ortasından akmıyor" gibi çıkışları, bu karşıtlığı daha da biledi. Hatta birçoğunun görüş değiştirmesine neden oldu. Erdoğan'ın görüşeceği liderlerin tutumlarını kısaca hatırlatalım. Halk desteği çok azaldığı için koltuğu pamuk ipliğine bağlı olan Başbakan Jean-Pierre Raffarin, Türkiye'ye sıcak bakmıyor ama Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'la ters düşmemek için bu konuda pek görüş belirtmiyor. İktidardaki Halkçı Hareket Birliği'nin (UMP) yolsuzluk davasında mahkum olduğu için görevden ayrılan lideri Alain Juppe de, karşıtlar safında yer alıyor. "Türkiye'nin üyeliği Avrupa'nın sonu olur" diyen Juppe'ye göre en iyi çözüm, ilişkileri "Yakın komşuluk" statüsüne oturtmak. Juppe, AB ile Gümrük Birliği'ni başlattığımız 1990'ların ortalarında Fransa Başbakanı olarak Türkiye'nin üyeliğine destek veriyordu. Şimdi "O dönemde yanlış düşünüyormuşum" diyor.
Sağdan destek yok Juppe'nin yerine en güçlü aday olarak gösterilen, ancak Erdoğan'ın randevu listesinde bulunmayan Maliye Bakanı Nicolas Sarkozy de farksız: "Türkiye, tarihiyle, coğrafyasıyla, kültürüyle Avrupalı değil." Sağın bir başka önemli adı, Fransız Demokrasisi Birliği'nin lideri François Bayrou, saydıklarımızdan da sert bir karşıt. Görüşleri şöyle: "Türkiye'nin üyeliği AB'nin bütünlüğünü sulandırır ve zayıflamasına yol açar." Özetle Fransız sağından Türkiye'ye fayda yok. Ya sol? Bugün ana muhalefet konumunda olan ancak ilk genel seçimde -yeniden- iktidara gelmesine, hatta -yeniden- cumhurbaşkanlığını da kazanmasına kesin gözüyle bakılan Sosyalist Parti, AB üyeliğimizi destekliyor. Ancak Genel Sekreter François Hollande'ın bir koşulu var: "Türkiye, Ermeni soykırımını tanısın!" Hollande son olarak 3 Haziran'da Ermeni Taşnak Partisi'nin Avrupa Başkanı Murat Papazyan'la yayınladığı ortak bildiride, "Türkiye'nin AB'ye üyelik görüşmelerine başlamasının Avrupa Parlamentosu'nun 18 Haziran 1987 tarihli kararına uyma koşuluna bağlanmasını" istedi. O karar "Ermeni sorununa siyasal çözüm" öneriyor ve Türkiye'yi soykırımı tanımaya çağırıyor.
Avrupa politikası 29 Mart 1999'da Fransız parlamentosundan Ermeni soykırımının tanınmasını devlet politikasına dönüştüren bir yasa çıkartan sosyalistler şimdi yeni hamleye hazırlanıyor. Hem de çift yönlü. Bir yandan Fransız parlamentosundan "Ermeni soykırımının reddi"ni suç sayacak bir yasa geçirtmek için çalışacaklar. Bir yandan da Türkiye'nin soykırımı tanıması koşulunu Avrupa solunun ortak politikasına dönüştürmeye uğraşacaklar. "Türkiye'nin AB yürüyüşü geri döndürülemez" diyen Chirac, böyle bir tablo karşısında ne yapabilir? Kamuoyunda ve partilerde esen rüzgarlara direnip Aralık'taki AB zirvesinde koşulsuz ve geciktirilmeden üyelik görüşmelerinin başlamasından yana mı tavır koyar, yoksa dün anlattığımız "Tavşana kaç, tazıya tut" politikası mı izler? Sizce Chirac hangisini tercih edecek ya da etmek zorunda kalacak?
|