En dayanıklı kale
Bütün saldırılara rağmen hala en dayanıklı kalemiz özgün aile yapımızdır. Kalabalık, genç nüfusumuz, ordumuz değil, aile yapımız. Ancak bu kalenin büyük tehlike ile karşı karşıya bulunduğu tartışma götürmez. O tehlike de boşanma oranının katlanarak yükselmesidir. Bu durum 'tehdit algılamaları' konusunda bakışımızı sorgulamayı dayatıyor. Artık şakası yok; Batı karşısında gerileme çağına girdiğimiz üç yüz yıldan bu yana başımıza gelen bin bir belaya ve yaşanan bin bir hezimete rağmen yok edilemeyen aile kültürümüzü yitiriyoruz. Aslında şimdi tam batılılaşmış oluyoruz. Hikaye basit: Aile kültürümüzün mayasını teşkil eden fedakarlık ahlakı bitti. Böylece eşlerin birbirlerine tahammülü kalmadı. Çatılar göçtü. Çocuklar ortada kaldı.
*** Derinlemesine tartışılmaya değer ana çelişki, birey olmakla aile sorumluluğunu taşıyabilmek arasındaki ters orantı.. Kişi birey olma bilincine sahipse, değil eşi için, çocukları için bile özveri sergileyemiyor. Birey olmak ile bencil olmak arasındaki sınır ne? Sıkı birey bilinci olan herkes aynı zamanda mutlaka bencil kişi mi? Batılılık, bir uygarlık çevresi olarak zaten 'önce ben' diyebilmektir. Batılı devlet için ne bahasına olursa olsun kendi refahı vardır. Hatta onun lüksü, dünyanın geri kalmış bölgelerindeki insanların yaşama haklarından bile önemlidir. Liberal hayat anlayışı, eninde sonunda bireyi de buraya götürüyor.. Böylece bütün dünya,Çin bile 'önce ben' demenin okulunda işleniyor, yoğruluyor.. Biz de batılılaşmanın en çok bu boyutunu öğrendik.. Boşanmış eşlerden genellikle aynı kalıp gerekçeyi duyarız: - Çocuğumun dünyaya gelmesine sebep oldum, dolayısıyla sorumluluğum var ama bu böyle diye, kendimi yürümeyen bir birlikteliğe esir edemem. Ben de insanım, benim de bir hayatım var.. Bu gerekçe bir Avrupalı'nın veya Amerikalı'nın ağzında hiç de yapay durmuyor.. Çünkü o atalarından beri böyle hissediyor zaten.. Onun kültüründe anne babanın evlat için özel bir fedakarlık zorunluluğu yok.. Ama bizde, değil on sekizinde, otuz sekizinde bile ailesinden ve akrabasından katkılar gören kişi evlendikten bir süre sonra, -hele de canı başkasını çekmişse- birdenbire birey olmanın hikmetini kavrayıveriyor. Üstelik bayağı derin sosyal içerikli konuşmalar da yapıyor: -Tamam, aile, yuva, eş, çocuk ama ilişki kötü ise bunlar zaten yok demektir. Geçimsiz anne babanın yanında çocuklar daha kötü oluyor. Nereden ölçtük efendim? Nasıl mukayese ettik? Geçimsiz anne babası ayrılmış çocuklarla, geçimsiz oldukları halde ayrılmamış ebeveynlerin evlatları arasındaki farkları inceledik mi? Laf ola, torba dola.. Öyle görünüyor ki, aile olamamayı marifet haline getirdik. Kendini 'çağdaş', özgür, kültürlü, dünyaya açık insan' olarak görenlerin neredeyse imanı böyle: Ya hiç evlenmeyeceksin, yok eğer evlenmişsen ille de boşanacaksın..
*** Eskiden bu durum sadece 'çağdaş' kişiler arasında yaygındı.. Çok çeşitli sosyal, kültürel ve biraz da -iyi- ekonomik sebeplerle kaymak tabakasında boşanmak, boşanmamaktan daha doğal bir işti.. Şimdi de dindarlar, hatta kökten İslamcı olarak algılanabilecek kişiler arasında boşanma oranı hızla artmaya başladı.. Demek ki sadece batıcılarımız batılılaşmadı, batı karşıtlarımızın da birçoğu sıkı bir şekilde batılılaştı.. Artık onlar da teker teker 'birey' oldular, kendi haklarını öz çocukları için feda edemeyecek kadar akıllandılar!!
*** Tırmanan 'uyuşturucu köleliği ve intihar salgınları' çağında, Anadolu'ya yönelik iştahı ve hesabı olanların ürkütücü tasarıları karşısında Türkiye'nin en önemli dayanağı, bunca hızla artan boşanmalara rağmen hala aile yapısıdır. Nüfusumuz, ordumuz, kıymetli coğrafyamız, şimdilerde canına okumak üzere olduğumuz 'gıda açısından kendi kendimize yeterliliğimiz' değil, aile yapımız.. Zaten o yıkılırsa ordunun Mehmetçik kaynağı da tükenmiş olacaktır.. O zaman askerimiz Mehmetçik olmayacak, sıradan batılı holigan türevleri olacaktır.. Mehmetçik'sizleşmek ise askeri açıdan sıradanlaşmaktır. Hiç şüphem yok, Türkiye için bugün artık en büyük tehdit, aile kalemizi darmadağın edenlerdir. Bu tehdidin tankları ve füzeleri de televizyonlarımızdır.
|