| |
Kızıldeniz'de tükenen umutlar
Kızıldeniz'deki bir garip Laz'ın, yani Lahanacı Recep'in öyküsüne kaldığım yerden devam edeyim izninizle. Macerasını anlatmaya şöyle devam ediyor koca reis: "Tayfa şöyle bir sızlandı önce. Bizim reislik töresinde tayfayla laubalilik yoktur. Reisine karşı çıkan tayfaya, tayfa değil adam bile demezler bizde. Ama, para olmayınca, balık çıkmayıp tayfaya aylardır para vermeyince, tayfa tayfalığından şaştı. Sigara içen, dumanını suratıma üfler oldu. Yanımda şakalar, karı kızdan bahsetmeler başladı. Bir iki ters çıktım. Tınmadı uşaklar. Yoksulluk, çaresizlik, töre möre koymadı."
"Takamı elimden alanı" Port Sudan bir liman kenti. Sudan'ın denize açık tek kapısı. Kızıldeniz'in üç yanından sarmaladığı bu kent, her gün yüzlerce geminin kalkıp yanaştığı dev bir limanı barındırıyor. Recep Reis'in "Lahanacı" adlı takası koca koca teknelerin, şileplerin arasında, minicik görünüyor. Kaçmasın, bir gece vakti özgürlüğüne doğru dümen tutmasın diye; getirip, sahil muhafaza botlarının yanı başına demir attırmışlar.
Deniz bir kumar Recep Reis; "Deniz işi, balık işi sanki de kumardır tamam... Gün olur, rast gelir, kral olursun. Gün olur, denizde balık kalmaz sanki. Hepsini sineye çekerim bunların. Tek düşüncem bunlar bana bir oyun oynar mı? Teknemi elimden alıp beni sınır dışı eder mi? Kendi kendime bunu soruyorum" diyor. Doğrusu bu ya. Ülkesinden bunca uzak Recep Reis'in elinden alsalar, "Lahanacı"yı, kim ne diyebilir? "Son sözü silah söyler"miş o zaman. Öyle dedi Recep Reis ve devam etti... "Üç ay önce teknede muhlama pişirirken tüp patladı. Ayaklarım, bacaklarım yandı. On yedi gün hastanede yattım. Düşündüm. Eğer yüzüm yansaydı, kadınımın karşısına bu yanık yüzle çıkamam. Bulurum bir yerden bir tabanca. Beni burada mahpus tutan o Sudanlı ortaklarımın üçünü, üç mermiyle devirirdim. Gelir tekneye bir kibrit vurur, yakar çıra ederdim. Ele yar etmezdim takamı. Son kurşunu da kendime sıkardım."
"Borca battık" Recep Reis'in "Can yoldaşı" dediği maymunu Çarli, güvertede dört dönüyor. Sahibinin başından geçenleri anlıyor da içinde sıkıntı örümcekleri ağ kuruyor sanki. Ve öykünün başlarına, en başlarına dönüp anlatmaya devam ediyor. "Teknede sadece ağların fiyatı 20 bin dolar. Sonarların, telsizlerin su üstü radarlarının da temiz 5 bin doları var. Ziraat Bankası'ndan kredi alıp, Cide'deki Dursun Usta'ya yaptırdım. İçine 500 beygirlik Mercedes motoru koydurdum. Ama, şunca yıldır değil bankaya krediyi ödemek, ana parayı bile ödeyemediğimiz gibi üstüne bunca da borca battık." Balıkçılıkla uğraşan bir dostum, bir gün bana, "Minareyi kaybetmeyeceksin" demişti. Bu sözden bir şey anlamadığımı görünce de devam etmişti. "Balığa çıktığında, bölgendeki caminin minaresini görebildiğin kadar açılacaksın. Daha ileriye gitmeyeceksin."
Minareyi kaybetti Ama, Recep Reis minareyi de, camiyi de, köyünü, kentini de gözden kaybedeli çok olmuş. Şimdi Allah'ın Kızıldeniz'inde can derdine düşmüş. "Önce Yüce Mevla'dan niyazım var" diyor. Sonra da, "Devlet baba acısın halime. Sılada beni bekleyen eşim Melek'le küçük oğlum Erkin'e acısın. Şurada benimle ağlayan, benimle gülen akranları koşup oynarken, şu çağında hayatın sillesini yiyen Ersin'ime acısın. Kurtarsın beni buradan. Yeter ki kendi denizime döneyim. Şimdi değerlerini anladığım o mücevher Karadeniz'e, Marmara'ya döneyim. Yine ağlarımı balıkla doldurur, yine devlete, dostlara, bankaya borcumu öderim. Yeter ki şu esaret, şu sefillik, şu hakir görülmüşlük bitsin" diyor.
Bir gün yine... İşte Recep Reis'in öyküsü böyle. Siz bu yazılanları okuduğunuz sırada kim bilir belki o güvertede çamaşır yıkıyor ve çevre balıkçıların alaylarına dertleniyor. Belki can yoldaşım dediği maymunu Çarli'yi seviyor. Ve kim bilir belki de Allah korusun, kibriti yakıp, son mermiyi kendine sıkmak için bir tabanca arıyordu... Biz onun ekmek parası için verdiği bu mücadelede galip çıkmasını tüm kalbimizle dileyip, binlerce mil uzaktan sadece şöyle seslenebiliyoruz: Dayan Recep Reis. Dayan denizlerin koca kurdu. Gün doğmadan neler doğar. Bir gün yine dönersin denizlerine. Bir gün yine ağlarını lüferle, hamsiyle doldurursun. Yavrularını, eşini, bir gün yine basarsın bağrına. Baba toprağında bir gün yine demir alır, çıkarsın yola. Ve tüm dostlar uğurlar seni; "Recep Reis rast geleee!" diye...
SABAH'ta çıkınca Sonra SABAH'ta dizi olarak yayınlandı ve ilgi gördü bu macera. Çok arayan, "Ne yapabiliriz Lahanacı Recep için?" diyen çok oldu. Bunlardan biri de o devrin bakanlarından merhum Adnan Kahveci'ydi. Buluşup konuştuk. Detayları da anlattım ona. İş edindi gitti; mecliste ne kadar Karadenizli milletvekili varsa onlardan para topladı. Ziraat Bankası'yla görüşüp teknenin kredi faizlerini durdurdu. Dışişleri ile temasa geçip, o zamanın Hartum Büyükelçimiz Zeki Çevikkol kanalıyla bazı girişimlerde bulundu, borçlar ödendi.
Ve mutlu son Sonra bir gün müjdeli haber geldi ta uzaklardan. "Recep Reis serbestti." Rotayı kendi karasularına çevirmiş tam yol geliyordu. Ve onun İstanbul Boğazı'na girdiği gün görecektiniz siz denizdeki şenliği. Ortalık Kabotaj Bayramı tadında bir coşkuya kesmiş, yüzlerce irili ufaklı tekne ve bilumum balıkçı ahalisi onu eskort etmiş getiriyordu. Oğlu Ersin ve Lahanacı Recep, Büyükdere'ye, kendi balıkçı barınaklarına halat bağladığında mağrur, ağır, güçlü bir Karadeniz kadınıyla baba özlemiyle yanıp tutuşan 2 çocuğu koşup kucakladılar baba oğulu. Bana gelince. Ben çok yanaşamadıydım yanlarına. Salya sümük hallerimi görsünler istemediydim...
|