| |
Ben orada yoktum
Anadolu kültüründe bu nevi görgüsüzlük katiyen yoktur fakat İstanbul medyasının son yıllarda geçirdiği mutasyonun bir tezahürü olarak gözümüze gözümüze sokulan bir görgüsüzlük çeşidi, bir kere daha ortaya çıktı. Bush'un Galatasaray Lisesi bahçesinde yaptığı konuşmayı "dinlemeye" davet edilmiş bir kısım gazeteci ile bir önceki akşamki lirik gösteriye "sızmayı" başarmış bir grup gazeteci, köşelerinde bu önemli davetlerde başlarına neler neler geldiğini anlatarak, Türk okuyucusuna ne kadar da "önemli olduklarını" ima etme yarışına girdiler. Yok efendim, Başkan Bush bunlardan birinin omuzuna elini koymuş da, çok samimi bir şekilde sormuş: "Benim aleyhime yazılar yazıyor musun?" Bizim ki de, "yazıyorum" demiş. Sanırsınız, Amerikan Başkanı her sabah bu adamları okumadan işe başlayamıyor. Okuyor da, taktiklerini, siyasetlerini ona göre belirliyor. Eğer öyleyse zaten bizimkilerin utanmaları gerekir, çünkü Bush'un siyasetleri ortada... Yok okumuyorsa, (ki kesinlikle okumuyordur) sorduğu soru, "adam yerine koyma" vezninde bir Amerikan samimiyet gösterisinden başka bir şey değildir. Böyle bir espriye karşılık nihayet "İlginize teşekkür ederim" der, geçersin. Aynı gruptan bir başkası da, Bush'un, Blair'in ve Erdoğan'ın birlikte fotoğraf çektirdikleri masaya, kurbanlık koyun gibi kafasını uzatmış, kadraja girmeye çalışmış, sonra da köşesinde yorum yapmış: Hem Bush'a karşıyım, hem de herifle yanyana resim çektirdim, ne yaman bir çelişki yarabbi? Bir diğeri, Bush'un konuşma yaptığı Galatasaray Lisesi bahçesinde tam 2.5 saat güneşin altında nasıl beklediğini anlatıyor ballandıra balllandıra... Aslında "Yanlış anlamayın ben de oradaydım" demeye getiriyor. İyi ki oradaydın, çağırmasalardı fesattan bir tarafların şişerdi alimallah! Ben de tam bu yüzden işte diyorum ki, "Orada yoktum, iyi ki de çağrılmamıştım" Bazen "önemli" zannedilmek de zor iştir birader! Bir sürü kural, kaide, diplomasi, nezaket gösterisi, kontrol, figüranlık vesaire... İşim mi yok allahaşkına!.. Bush'un hiç inandırıcı olmayan sözlerini dinlemektense, gittim aslanlar gibi tenis oynadım, ter attım. Gidenleri ayıplamıyorum, elbette birileri gidecekti, oralarda kalabalığa ihtiyaç vardı, Ümraniye kahvelerinden adam toplayacak değillerdi herhalde... Tamam, gidersin, dinlersin, tanıklık edersin, yorumlarsın, orada biter. Ama bu davete icabetten ekstra bir sonuç çıkartmak ayıptır, ne çelebi adama yakışır, ne de hinliğe sığar. Diyelim Başkan Bush, geçerken elini senin omuzuna koydu, bir samimiyet havası yarattı. İş bu suretle "önemli mi olmuş" oluyosun? Yarın, Washington'daki bir süper markette karşılaşsanız seni tanır mı? Tanımaz. Çünkü Bush'un konuştuğu şey, "sen" değilsin, tanıdığı kişi de sen değilsin, senin mesleki kimliğindir, ilişki kurduğu şey... O sebeple kimliğinin değerini bilecek ve onu ayakta tutacaksın. Bir gazeteci-yazar olarak mesafeli duracaksın... Nezaketen de olsa Bush'un eline yapışıp hararetle tokalaşırken, Irak'ta can veren masumları, ilaçsızlıktan, doktorsuzluktan ölen bebeleri unutmayacaksın. Afganistan'da hâlâ taş üstüne taş konulmadığını unutmayacaksın. Bileceksin ki, her tokalaşma sonuçta Bush'a manevi bir enerji ve haklılık payı yüklemektedir. İlle de pretosto et, Bush'un gözünün üstüne bir yumruk oturt demiyorum. Ama hiç olmazsa mesafeli kal ve bu tür bir karşılaşmadan kendine övünç payı çıkartma!.. Bizim taşıdığımız kimlikler, bir tarafından girip öbür tarafından çıktığımız tüneller gibidir. Bugün biz geçeriz, yarın başkaları geçecektir. Hazımlı, tatminli ve soğukkanlı kalabilmektir önemli ve değerli olan, bu yaşam tünelinde...
|