| |
Ne sizden çoban...
Turkcell reklamındaki replik muhteşem. Mukayyet olacağı keçi yavrusunu dağdan indiremeyen oğluna, babasının söylediği sözü al, istediğin yere uygula... Ne diyor baba: Evlat, ne senden çoban olur ne de Muharrem'den keçi! "Muharrem", sevimli keçi yavrusunun adı... Sizden diyetisyen olursa Şunun şurasında 20-25 yıllık bir geçmişi olan "Diyetisyenlik" mesleğinin üzerine mal bulmuş mağribi gibi hücum eden, "haybeden uzmanları" okudukça gülmekten karnıma ağrılar giriyor. Adam, diyetisyen miyetisyen değil, bakmış ki bu işte ekmek var, sirk cambazı gibi çıkmış ortaya, hem "beslenme uzmanı" süsü vermiş kendine, hem de ince bir metroseksüel hava edinmiş, atıp tutuyor, gıdalar ve beslenme üzerine... Yahu sen en fazla bir pratisyen hekimsin, ne anlarsın diyetten, gıdadan ve beslenme yöntemlerinden... Bu başlı başına bir uzmanlık alanı değil miydi? İsteyen kendini diyetisyen ilan edebiliyor mu, Allah aşkına? Gazetelerde her gün sayfa sayfa diyet önerileri var. İyi de, kimler öneriyor bunları? Vallahi, spor basınını da geçtiler... Zavallı Aleks'in bir gün Fener'e, ertesi gün Cimbom'a zımbalanarak, futbol okuyucunun maymuna çevrilmesi misali, diyet okuyucusu da semazenlere döndürüldü. Yahu şunun doğrusunu söylesenize! Havuç mu yiyeceğiz, brokoli mi, enginar mı, patlıcan oturtma mı? Şöyle öneriler bile var: Hangi yiyecekten kaç kalori alırsan, harcamak için kaç saat kayak yapmalısın! Bir avuç fındık, üç saat ski yani kayak!.. Vazgeçtim Yukarı Dudullu'dan, sanki Etiler sakinleri de İsviçre Alplerinde yaşıyor. En son harikayı bir gazete patlattı: Bir pratisyen hekimi, "Diyet Guru"su diye lanse ettiler. "Guru" dendiğinde, kadın okuyucunun daha kolay avlanabileceğini biliyorlar ya... Hesap o... Bunlardan diyetisyen olursa benden kalp cerrahı olur... Sizden hoca olursa! Bize gelen şikayetlere bakılırsa, üniversitelerde bazı hocalar derslerde, köpeksiz köyde değneksiz gezer misali, gençlere kendi köhnemiş fikirlerini "bilimsel düşünce" diye kakalamaya devam ediyor. Palavra atma sahası daha geniş diye midir nedir, özellikle "iletişim fakültelerinde", bir baltaya sap olamamış, basın dünyasına da bu yüzden büyük nefret besleyen hocaların yuttur kaydır saplantıları, talebeler arasında bile alay konusu oluyor. Tükenmiş hocalar, genç beyinlere, bedbin duygularını empoze etmeye çalışıyor, günlük gazeteleri kötülüyorlar. Düşünmüyorlar ki, bir iletişim hocasına özellikle, Türkiye'nin önde gelen gazetelerine "kese kağıdı" muamelesi yapmak yakışmaz. Biz zaten hergün birbirimizi yiyerek ipliğimizi yeteri kadar pazara çıkartmıyor muyuz? Nedir bu kıskançlık ve fesatlık! Gelin de bir gazete yapın görelim, atıp tutacağınıza, demezler mi adama? Akademik unvan diktası İster devlet, ister vakıf üniversitelerinde, kimi kifayetsiz hocaların, bir şekilde edinmiş oldukları "Prof" unvanını, yanlarındaki genç ve çalışkan akademik personele zaman zaman "eziyet" ve "üstünlük" bahanesi olarak kullanmaları da Türkiye'nin acı gerçeklerinden biridir. İki tavuğa su vermekten aciz oldukları halde, bir şekilde akademik unvanı elde ettikten sonra, buna yaslanarak hayatını bir asalak gibi sürdüren hoca müsveddelerinin, üniversetelerde yürüttükleri baskı ortamı, Türkiye'nin hiçbir zaman enine boyuna tartışmadığı ve bertaraf etmeyi de göze alamadığı pisliklerden biridir. Bu gibilerine, "kibir" veya "kurum" gerçek hocalara yakışmaz, demenin de bir anlamı yoktur. Anlayacak olsalardı zaten o şekilde davranmazlardı. Ama handikaplarını birer birer aşmak zorunda olan Türkiye, nihayet bir gün bu tipteki hocalara da "Ne senden hoca olur, ne de Muharrem'den keçi" diyerek kapıyı gösterecektir. Üniversitelerde gerçek özerkliğin önündeki engel sadece YÖK kafası değil, bu asalaklar sürüsünün de varlığıdır.
|