| |
|
|
Mülver ve çitlenbik...
Hazır eskilerden açılmışken devam edeyim. Biz eskiden, eskiden dediğim 8-10 yaşımızdayken yani, 'mülvere giderdik. Üsküdar'ın Tabaklar Mahallesi'nden çıkar bize fizan kadar uzak gelen Acıbadem taraflarına, yan yan yürüyüp giderdik. Orada mülver ağaçları boldu. Onlardan birini gözümüze kestirip, birkaç dalını kopartırdık. Mülver dalının içi yumuşaktır. Hani kemik iliğini ağzımızla 'füüüvvt' yapıp emeriz, kemiğin ortası boş kalır ya, mülver dalını, çiviyle telle filan burguladın mı içi öyle bomboş kalır işte. Sonra bi başka dalı, ucu kırık tornavidalar şeklinde yontardık. Sap kısmı kalın, yonttuğun kısmı incecik. Ama öyle ayarlı inceltirdik ki, hortum parçası gibi içi boş, kabuğu kalın mülvere tam oturmalıydı. Duvardaki sinek İş orada bitmezdi. Bi de çitlenbik ağacından yeşil yeşil minik bilyeler toplanırdı. Onlar da cephanelerimiz olurdu. Cebimizi tıka basa doldururduk. Mülver kovanın başına kıçına birer çitlenbik oturtup, dişimizin ucuyla dışarda kalan kısmı törpüledikmiydi, işte patlamaya hazır masum bir silah. Tornavida gibi olan dalı, arkaya sıkıştırılmış çitlenbik kısmından yuvaya hızlı bi sok, hızla bi içeri it, sıkışan hava öndeki çitlenbiği 10-15 metreye 'vıııın!' diye fırlatsın, sen keyiflen. (Bazılarımız epey bi nişancıydı ve duvardaki sineği mıhlardı bu yolla.) O sırada arkadaki çitlenbik öne doğru gelmiş ve boşalan yere koyacağın yeni mermi beklemektedir. Bu ilkel ve afacan silahın adı da üstündedir ha: 'Patlangoç.' Şimdi diyeceksiniz ki: 'Eeee!.. Niye yazdın şimdi bunu durup dururken?' Hiiiç!.. Öylesine... Yani aklıma geldi birden, yazayım dedim. N'olmuş yani?..
|