| |
Dikkat siyah kadın ticareti!..
Vay vay vay!.. Sonun da bu da oldu. Bizim memlekette de zaten tek tük tiyolarını aldığımız "siyah kadın ticareti" olayı da örgütlendi, yükselen değer oldu. Sosyetenin bir bölümü, türedi zenginlerin bazıları, aklını fikrini güya fantezi yapmak adına sersem sepelek ve rezilce ilişkilerle bozan bir grup densiz şimdilerde muhabbet tezgâhtarlarına; "Derisi siyah olsun. Ne istersen veririz" diyerek palazlandırıyorlarmış onları. Nişanca'nın, Kadırga'nın ara sokaklarında, Tarlabaşı çıkmazlarında kaçak gelip kaçak kalan, birgün olsa da Amerika'ya, Batı Avrupa'ya kapağı atsak diyen Afrikalı ailelerin genç kızlarını, genç hanımlarını fuhuş batağının içine düşürüp pazarlıyorlarmış. Ahlak polisi bir arkadaşım anlattı: "Abi zamanında köle tacirlerinin yaptıklarından daha beter davranıyorlarmış bu kadınlara. Öyle teklifler, öyle zorlamalar yapıyorlarmış ki; sen zaten yazamazsın; zaten utanır ben de sana anlatamam. Ama siyah kadın fuhuşunda büyük bir artış var."
Bir zamanlar Afrika Bu polis arkadaş bunları anlatınca yıllar öncesine gittim. Paris Dakar Rallisi'ni izliyordum. Ve birgün şöyle bir olaya tanık olmuştum. Bütün kötü fıkracılar gibi, anlatacaklarına önce kendisi güldü. Ardından bana Harran Ovası kadar kocaman gelen dudaklarından aksanlı İngilizcesini dökerek patlattı espiriyi. "Kih.. kih... kih... Havva anamız mutlaka bizdendi, bizim gibi zenciydi mutlaka. Yoksa hiçbir kadın bir elma karşılığında kendini bir erkeğe vermezdi..." Milleti kırıp geçireceğinden emindi sanırım. Kimse gülmeyince fena bozuldu. Rehberliğini yaptığı gazeteci grubunda bizimle birlikte gezen İsveçli bayan meslektaşımız, hap kadar fiziğinden beklenmeyen gürlükteki sesiyle: "Anlaşılıyor ki kadınlarınız bedenlerini kiralarken siz beyninizi beyazlara şey ettirmişsiniz. Kim bilir ne çok elma bahçeniz vardır..." Birkaç dakikadır ambargolu duran kahkahalar işte o an patladı. Ve gördüm ki kızaran zenci yüzü Haliç'in suyuyla aynı renge dönüştü. Zenci rehberin zevzekliği bir yana, Afrika'da kadınların, başta Avrupalılar olmak üzere beyaz erkeklerle olan "faaliyetleri" şakalara konu olsa da "ciddi" bir gelir kaynağıydı... Eskiden Uzakdoğu'ya Tayland, Singapur, Hong Kong'a uçaklar dolusu "kart zampara" taşıyan firmalar son zamanlarda aynı uçakları Kenya'ya, Tanzanya, Burundi, Ruanda ve Zahire'ye indiriyorlardı. Çünkü artık çekik gözlü, egzotik, çıtı pıtı dilberlere olan talep azalmıştı. Yerini boylu poslu, seksi, kadife tenli, köfte dudaklı ve sevişmede pek mahir zenci güzellere olan ilgi almıştı. Bu uluslararası kadın pazarlamacılarının sloganı zaten çoktan hazırdı. "Black is beauty" yani siyah güzeldir anlamındaydı.
Ateşli ve şehvetli Yöresel adetleri, yoksulluğunun getirdiği umarsızlığı, hatta bazıları din kökenli kimi davranış biçimlerini öyle ustaca çarpıtıp pazarlıyorlardı ki şaşırırdınız. Sözgelimi bu bölgelerde Müslüman halk arasında oldukça yaygın olan kız çocukların da sünnet edilmesini bakın nasıl yorumlamıştı "Pezo Continanteller." "Bu kadınlar o kadar ateşli, o denli şehvetlidirlerdi ki daha 8-9 yaşında aşk yapabilmek için yanar tutuşurlardı. Bu nedenle büyükleri onları sünnet ettirirdi. Klitorisleri kesilirdi ki azıp kudurmasınlar. Ama ne çare, üç beş sene sonra deli taylar gibi ortalığa dökülürdü hepsi. Kendileri gibi kara renkli insanlardan bıktıkları için siz çok sayın beyaz dostlarımızı görünce kucaklarına atılmak için birbirlerini çiğnerlerdi adeta."
Bir tabak patates için Çok sayın beyaz dostları görünce kadınların birbirini çiğnedikleri gözle görülür bir gerçekti Afrika'da. Ama bunun nedeninin kadınların azgınlığı değil, üç kuruş para kazanıp kendine ve ailesine katkıda bulunmaya çırpınmak olduğu gerçeğini de üç beş gün içinde kavrayabilirdiniz. Doğum kontrolünün hak getire olduğu bu bölgelerde evli kadınlar bahçede, eşikte, beşikte, göbeğinin içinde ve sırtındaki ortalama 6-7 çocukla cebelleşip onları aç bırakmamak, kocasına hizmette kusur etmemek, bütün bunlar yetmiyormuş gibi eşinin anası babası, bacısı ve danasına da hoş görünebilmek için uğraşıp duruyorlardı. Bütün bunları becermek için 24 saat yetmeyeceği ve "alternatif kaynak yaratmak(!)" gerektiği için yıllar öncesinin "kötü beyaz adamı" kerhen "sayın beyaz dostlar" olmuştu. Bu çocuklara okullar açılana, bu çocuklar büyüyüp doğru dürüst işler tutana, Kara Afrika insanı her bakımdan kadrolaşıp, rafine haline gelene dek sürecek bu "al gülüm ver gülüm" muhabbetiydi. Şimdilerde de gün öyle gün ki: Bazen bir tabak patates kızartması karşılığında, bir değil iki hatta üç kadınla aynı anda yatağa girmeniz olası. Ama bir minik sorunu, AIDS denen belayı unutmamak kaydıyla. Hem de dünya çapında bir istatistik rakam istendiğinde bu bölgelerde %40-52 gibi dev oranlardaki bela bu bela... Tanzanya, Burundi, Ruanda, Zaire gezimizde biz, kentli zenci kadının bu yaşam biçimlerini yeterince gözlemlediğimizden onların kırsal bölgelerde, cangıl köylerinde, bataklık kenarlarında yaşayan hemcinslerine çevirmiştik objektifimizi. Görmüştük ki; "tek dişi kalmış canavar" buralara uğramakla pek iyi etmişti. Çünkü ortada para, su, ışık, otomobil, okul, hastane gibi elmalar, patates kızartmaları, prezervatif, zührevi hastalık da yoktu. Burada kötü diyeceğimiz şeylerden biri de bizim "Anadolu çocuklarının da" muzdarip olduğu tembellik hastalığıydı. Kadınlar tarlada, bağda, bahçede, ormanda harap ve bitap düşerken siyahi delikanlılar bol bol tembellik eı. Bununla kalsa iyiydi, kadının bin türlü işi kotarırken kafasında hotoz, kütük eğrisi, su kabı taşımak, sırtına da sevimli bir kambur gibi bebesini oturtmak zorunluluğu vardı.
Yine de mutluydular Ne garipti ki, bunca yoksulluk varken çevrede görülmeyen tek şey mutsuzluktu. Daha doğrusu yüzyılların acısını gönül imbiklerinden süzerek, artık mutlulukları yüzüne oturtmayıp yüreğinde eritmeyi başaran bilgeliğe ulaşmış köylü zencilerdi. O kadar gün dolaşmıştım, kavga eden, yüksek sesle tartışan, ağlayan, kurnazlık, sinsilik, dolapçılık eden, kimseye rastlamamıştım inanın. "Ama" diyordu Afrika'da mürekkep yalamış doslarımız. "Ama bir kez -Gayrı yeter- dediler mi, ellerinde panga, ok, mızrak, tüfek, sapan, taş, balta ne varsa kırarlardı birbirlerini. Üç yıl önce Burundi'de bir gece içinde tam 25 bin Tutsi'yi kesmişti Hutu'lar." Kıtaların bu en az keşfedilmiş insanların en çok kıyıma uğramış, geri bıraktırılışlarıydı... Ama yine de en dost, en sıcak duyguları renginize, ülkenize bakmaksızın sizlere sunmaya hazır Afrikalılar ve Afrika için uzun söze ne gerek vardı.
|