| |
|
|
ABD Başkanı Bush da, aslında bir kader kurbanıdır
Hepimizin derdi, gündemi yakalamak değil mi? Ama gündem, herkes için farklı önceliklere göre belirleniyor. Eğer bir ülkenin veya bir kurumun yöneticisi iseniz, siz gündeminizi seçemezsiniz. Gündem, kendisini size zorla kabul ettirir. Ama sırtında yönetim sorumluluğu olmayan bir kişiyseniz, kendi gündeminizi kendiniz belirlersiniz. Pek çok insan bu yüzden politikaya girmez, çalıştığı işte yönetici olmaya heveslenmez. Çünkü, insanın kendi zamanına kendisinin hakim olması veya sadece istediği kişilerle görüşmesi, en büyük zenginliktir bazılarına göre. Bu zenginlik çok zor elde edilir. Mirasyedi konumundaysanız, bu zenginliğe doğuştan sahipsinizdir. Ya da, mesleğinizin birikimleri, uzun yıllar sonunda, size bunu sağlar. Ama politikacıların ve özellikle iktidardaki politikacıların, kendi gündemlerini belirleme hakları, pek yoktur. Ülkemizi ziyaret etmesi için hazırlık yaptığımız ABD Başkanı Bush'un haline bakın mesela. 11 Eylül 2001'deki terörist saldırıdan beri, Başkan Bush kendisine zorlanılan gündemin peşinde, nefes nefese koşuyor ve yıpranıyor. Hatırlayın eski Başkan Clinton'un, 1999 Aralık ayındaki Türkiye ziyaretini. Hatırlayın deprem bölgesindeki halkın arasına girmesini, çocukları kalabalıktan alıp, kucaklamasını. Bir de şimdiki Başkan Bush'u korumak için alınan güvenlik önlemlerinin sıkılığını düşünün. Biz gazete yorumcuları, kendi gündemimizi belirleyip, Bush'a karşı tepki seslendirirken, "Bush'un Dramı"nı da hatırlamalıyız. Aslında Başkan Bush, bir "Kader kurbanı"dır. Başkan olurken, herhalde Irak'ta ülkesini bir bataklığa saplamak gibi bir projesi yoktu. Veya 11 Eylül'den bir gün önce, Afganistan'ı bombalayıp, Taliban rejimini devirmeyi de planlamıyordu. Başkan Bush, "11 Eylül Şoku"nu yaşamış bir "Süper Güç"ün en üst yöneticisidir. Bu, "Ne yaparsa yapsın, mazur görülmelidir" anlamına gelmiyor tabii. Ama, insanları ve olayları anlamaya çalışırken, işin içine biraz da, tarihi ve felsefeyi katmakta fayda vardır. Hatırlayın 1930'ların sonunda, İngiltere'nin Başbakanı Chamberlain'in, hem ülkesinde, hem dünyada nasıl popüler olduğunu. Çekoslovakya (veya Südetler) krizini çözmek için 1938'de Hitler'in ayağına gidip, bu ülkeyi Naziler'e peşkeş çektiği zaman, "Barış Kahramanı" olarak, alkışlanmıştı. O dönemde Churchill gözden düşmüş bir politik münzeviydi. Ama Hitler 1939'da Polonya'ya saldırınca, bir anda Churchill'in yıldızı parladı... Fransa'nın istilası ertesinde de Chamberlain yok olurken, Churchill Başbakanlığa getirildi. Veya hatırlayın ABD Başkanı Johnson'un kaderini. Kennedy'nin öldürülmesi (1963) ertesinde Başkan olan Johnson, ABD tarihinin iç politikadaki en reformist ve en başarılı politikacısıydı. Amerika'lı zencilere medeni haklar veren en radikal yasaları, Johnson çıkardı. Ama Kennedy'den miras aldığı Vietnam Savaşı bataklığı, Johnson'u eritip, bitirdi. 1964'te, Goldwater karşısında Amerikan tarihinin en büyük seçim zaferlerinden birini kazanan Johnson, 1968'de yeniden aday olamadı. Yani Bush'un Irak politikasını falan yorumlarken, işin içine biraz da siyaset biliminin gerçeklerini ve tarihte yaşananları da katalım. Dünyadaki bütün Cumhurbaşkanlarının, bizim cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer gibi, kendi gündemini kendisi belirleyebilmek lüksü yoktur. Bakın Recep Tayyip Erdoğan'ın üzerindeki gündemin baskısına... Bakın Bush'un nefes nefese gündemin peşinde koşmasına. Ve gündeme tabi olmamak gibi bir lükse sahipseniz, bunun kıymetini bilin. Sizin gibi olmayanlara insaflı davranın.
|