Ey dedemin oğlu, oğlumun dedesi...
Hayat, akıp giden bir nehir gibi... Asla geriye dönüşü olmayan bir nehir. Bazen kıyısında durup seyredersiniz çaresiz. O gider. Bazen nehir sizsinizdir. Siz gidersiniz... Gün gelir kuruyunca görünür nehrin yatağı. Taşları, tümsekleri, inişleri, çıkışları, kederleri, sevinçleri sular çekilince fark edersiniz. Nehir kuruyunca... Saat durunca... Herkesin bir babası vardır. Herkesin dedesinin oğlu, oğlunun dedesi... Sizden önce geldiği dünyadan -muhtemelen- sizden önce giden. Siz kıyısında durursunuz o nehrin. O gider... Bir gün nehir kuruyunca fark edersiniz, akıp giden suyun altındaki inişleri, çıkışları, sevinçleri, kederleri.. Yaşanmış, yaşanmamış... Nehir kuruyunca... Saat durunca... Her baba, dedeyle torun arasında bir yerde durur. Hep hayatın ortasındadır yeri. Bir şeyleri devralır, bir şeyleri bırakır kalanlara... Genleri ve soyları... Çok az insan için mal mülktür devralıp bıraktığı. Pek çok insan için korkaklık ve cesaret, yılgınlık ve metanet, bencillik ve fazilettir. Bırakır da, kimi devraldığı korkaklıkları cesarete, kimi bencillikleri fazilete, kimi yılgınlıkları metanete dönüştürerek gider. Ya da tersine. Sonuçta orta yerde duran için zor zenaattir emanetçilik... Aldığınız gibi bırakmak değildir çünkü aslolan. Nehrin dibinde tortular bırakmadan akıp gitmektir. Cesarete, metanete ve fazilete doğru. Yarın Babalar Günü... Anneler için Anneler Günü'nde yazılanlar, Babalar Günü'nde yazılamaz... Doğuran, emziren ve büyüten annelik ne kadar evrensel ve genelse, dünyaya getirme sürecinin başlangıç anı dışında pekala ortada görünmemesi mümkün olabilen babalık, o kadar tekil ve özeldir. Herkesin anneye ilişkin duyguları az-çok benzeşir ve örtüşür... Oysa herkes babasını kendi beyninde ve kendi yüreğinde yaratır ve yaşatır. Anne sevgilerinin paralel yolculuklarına karşın, baba sevgilerinin sokakları zikzaklarda kesişir ya da uzaklaşır. O nedenle özeldir herkesin babası.. Bağışlayın ama o nedenle 'özel'dir bu Babalar Günü yazısı... Ben, nehrin suları çekilince gördüm babamı. Kurumuş nehir yatağındaki özlemlerini, kederlerini ve acılarını, ömrün saati durunca gördüm. Hayatın orta yerinde, devraldıklarını bırakma kavgasındayken nelerden vazgeçtiğini, neleri terk ettiğini, nelere veda ettiğini... Geriye kalan, güneşli bir ilkbahar sabahı önüme sessiz sedasız bırakılıp giden metanet, cesaret ve fazilet mirasının 'evrak-ı metrukesi'ydi. Hayatımın bundan sonraki kısmını talihli bir 'mirasyedi' olarak geçireceğimi o saat anladım. Ve ne yazık ki ona bir kuru teşekkür bile edemedim. İşte bu Babalar Günü yazısı o nedenle yazılmıştır. Anne sevgisi olağanüstü güzeldir de, genelde 'peşinat'la alınır. Baba sevgisi, vadesi uzun borçlara bırakılır. Ama vadenin son ödeme tarihini bilen var mı ki? Bir gün nehrin suları ansızın çekiliverir. Ömrün saatinde yorulur akreple yelkovan. Kendinizi birden uzun bir selvinin önünde bulursunuz. Kim icat etmişse Babalar Günü'nü iyi etmiş. Bugünün hakkını verin. Hayatın orta yerinde size metanet, cesaret ve fazilet emanetlerini taşıyan emanetçiye teşekkür edin... Vadesi geçmeden. Ben kestirememiştim vadeyi. Ondandır, ödenmemiş bir borcun yükünü taşıyarak geçiyor ömrüm. Ödenmemişti, ödenememişti çünkü. Çünküsünü, sararmış kağıtlarda artık solmakta olan bir şiirin hicranında buldum, yıllar sonra... Madem ki bu yazı özeldir, o gönül yarasını da paylaşmanın ne zararı var.
'3 Mayıs 72'de beraat ettim../ 4 Mayıs 72'de babamı kaybettim../ 5 Mayıs 72'de teyakkuza geçirip her yanı,/ 6 Mayıs 72'de astılar üç genç adamı../ Velhasıl,/ O yıl,/ Acının tuzlu denizine bastılar,/ Yaraları kanayan/ O güzelim baharı...'
İşte böyle... Bir tarih daha düşeyim mi? 1 Mayıs 72 tarihli gazeteler yazıyor: 'Babalar Günü bundan böyle her haziranın üçüncü pazarı Türkiye'de de kutlanacak.' Hadi yüreğim, ha gayret, ha... Olmadı baba... Yetişemedin... Yetişemedik... Şimdi... Otuz iki yıl sonra, ben... Duydun mu?
|