Teröre azmettirmek
Ortada tuhaf bir durum var. Türkiye'de sorunlar demokratik yöntemle çözülme aşamasına gelmişken yıllardır susmuş olan şiddet yeniden yükselişe geçti. Güneydoğu'da şehit düşen asker, polis, korucu sayısında belirgin bir artış meydana geldi. Bu gelişmeler, bölge halkı adına siyaset yaptığını iddia edenlerin hâlâ kendilerini PKK adlı terör örgütünün gölgesinden kurtaramamasından kaynaklanıyor. Barış, demokrasi, kardeşlik mesajları veren siyasiler, bir türlü PKK terörünü kınamıyor. Ağızlarından "PKK terörü durmalı" lafı çıkamıyor. Bu yetmezmiş gibi, ağır bir yenilgiye uğramış, lideri yakalanıp cezaevine konulmuş bir terör hareketini Türkiye Cumhuriyeti ile aynı kefeye koyma çabaları görülüyor. Halk adına demokratik mücadele verdiklerini söyleyenlerin temel bağlılığı, hukukun üstünlüğü, insan yaşamı, terör ve şiddete karşı koyma ilkesine değil de terörist bir örgütün liderine olunca, karşınızda muhatap kalmıyor. Ölenlerin ardından dökülen gözyaşlarının, şehit evlerine gidilip taziye dileklerinde bulunmanın anlamı da kalmıyor. Gerçekten demokrat olmanın, gerçekten barışçıl çözüm istemenin, bu isteklerde samimi olmanın bir tek şartı vardır, o da terörü kınamak, şiddeti lanetlemek. Türkiye'de bu konuda ne yazık ki bir çifte standart yaşanıyor. Devletin, hükümetin en küçük ihlali karşısında şahin kesilenler, durduk yere başlayan terör eylemleri karşısında dillerini yutuyorlar. Türkiye açısından komik olan ise bu eylemleri, tek başına bir hücrede yaşayan bir adamın yönlendirmesi. Cezaevinden dışarıya talimat verip ateşkes sürecini sona erdirip yeniden kanlı bir dönemi başlatmaya çabalaması. Yıllar önce SABAH'ta hukuk sayfası yapmaya çalışırken The New York Times'tan ilginç bir haber almıştık. Haber, eli kanlı bir çete lideriyle ilgiliydi. Bu çete lideri müebbet hapse mahkolmasına rağmen, avukatları aracılığıyla çetesini yönetmeyi sürdürüyordu. Sonuçta, cezaevinden iki kişinin ölüm emrini verdiği ortaya çıkınca yeniden yargıç önüne çıktı. Yargıç, bu çete liderinin "toplum için son derece zararlı" biri olduğu sonucuna vararak tam bir tecrit kararı verdi. Yani avukatlarıyla bile konuşmasına izin verilmedi, yemeği tek başına yaşadığı hücresinin altından verildi. Sanırım ölene kadar insan yüzü görmeden yaşamaya devam edecek. Bizim önümüzde de böyle bir dava var. Cezaevindeki bir terör örgütü liderinin kan dökme talimatları vermesine hukuk sistemimiz ne kadar izin verecek? Bu birinci soru. İkincisi ise ateşkesin bitirilmesi talimatından sonra ölen 10'dan fazla insan için terör örgütü liderine yeni bir dava açılıp açılamayacağı sorusu. Demokrasi, sonuçta bir sorumluluk sistemidir. Eylemleri, azmettirmeleri sonucu insanların canına mal olanların bu işten sorumlu olmaları ve bu sorumluluklarının hesabını hukuk sistemi içinde vermeleri kaçınılmazdır. Adalet sisteminin son terör olaylarına bu gözle de bakmasında bir yarar olabilir. Cezai ehliyeti olduğu kesin birinin ölüm emirleri yağdırması herhalde karşılıksız kalmayacaktır.
|