|
Denizle buluşma zamanı
|
|
Caddebostan, Suadiye, Süreyya Plajı... Bir zamanlar İstanbul yaz aylarında bir başka İstanbul'a dönüşüyordu
Denizler her bakımdan daha engindi ve henüz kirlenmemişti. Sevenleri kucaklıyor ve İstanbul yaz mevsiminde bir başka İstanbul oluyordu. Şarkıcılar lakaplarını denizden alacak kadar maviye yakındılar. Anne ve babalar çocuklarına "Deniz" adını koyuyor, Eftelya gibi sanatçılar "Deniz Kızı" olarak tanınıyordu. Deniz kızları çadır tiyatrolarından cam altı sanatına kadar girmiş, şairlerin mısraları denizle dalgalanmıştı. Kadınlarımız ilk zamanlar mesire yerlerindeki eğlencelerde ve Boğaz gezilerinde güneşe çıkıyorlardı. Uzun bir süre denize baka baka iç çekmişlerdi. Çünkü plajın ne olduğunu bilmiyorlardı. Dönemin Avrupa mecmualarında deniz sefası yapanları görenler ise saray ve konaklarda büyüyen kadınlardı. Mecmuaların sayfalarını çevirenler de iki tekerlekli kulübelere ve koca koca şemsiyelere bakıyorlardı. Deniz kıyafetleri ise bir hayli ilgi çekiciydi. Mayolar neredeyse tüm vücudu sarmış pantolonlar ise diz kapağının altına kadar inmişti. Sonrasında plaj sefaları İstanbul'da da başlayacak, zengin kesimin yaptırdıkları hususi deniz hamamlarında denizle tanışacaktı kadınlarımız... Reşat Ekrem Koçu'nun 1826-1850 tarihleri arasında kurulduğunu tahmin ettiği Çardak İskelesi Deniz Hamamı ilklerden biridir. Salıpazarı ve Kumkapı'dan sonra sayıları artmış ve 62'yi bulmuştu. Şehremanetince nerelere yapılacağı tespit edilen hamamlar 19. yüzyıl sonlarında 3-5 yıllığına ihale ile kiraya verilmeye başlanmıştı. Prensipte kadın hamamları seslerin, erkek hamamından işitilmeyeceği bir mesafeye kurulurdu. İçleri soyunma odaları ve peykelerle çevrelenmişti. Bunların önünden denize bir veya birkaç merdiven uzatılır, bir nevi havuz görüntüsünde olan kapalı yerde kadınlar denize girerdi. Kadınların ödedikleri ücretlerin ise daha farklı bir boyutta olduğu görülür: "Kabin ücreti: 60 para, kapalı ve suya merdiven uzanan localar ise 3 kuruş."
BİRİNCİ SINIF HAVUZ Cumhuriyet döneminde plajlar farklı bir görünüş getirmişti. Özellikle 1950'lerde İstanbul kıyıları daha bir çekici olmuştu. Ve deniz henüz küsmemişti. Halkın "İnci Kum", "Gümüş Plaj" diye adlandırdığı onlarca sahil vardı. Kadıköy yakasında Fenerbahçe, Caddebostan, Suadiye ve Süreyya plajları uzayıp gidiyordu. Boğaz sahilinde ise Üsküdar Salacak, Anadoluhisarı, Küçüksu, Büyükdere, Tarabya plajları cennetin kıyıları gibiydi. Ortaköy'- de bulunan Lido Havuzu ise sporla ilgilenenlerin birinci sınıf havuzuydu. 33 metrelik kulvarları rekorlara imza atanların kulaçlarına şahit olmuştu. Kimler yoktu ki... Engin Ünal'lar, Yılmaz Özüak'lar Lido havuzunun müdavimleri arasındaydı. Büyük tıp adamı doktor Mahir Canbakan ve sanatçı Nejat Uygur "Kule atlama" şampiyonluğuna sahip oluyorlardı. Doğan Şahin, Murat Güler Manş gibi uzak denizleri kulaçlayan ilk isimleri oluyor, Ersin Aydın Kıbrıs'a kadar yüzüyordu. Atatürk İstanbul'da bulunduğu yaz aylarında Moda Koyu'nda yapılan yelken ve kürek yarışlarını Acar motorundan ya da Ertuğrul yatından izlerdi. Kazanan yarışçılar ise Ertuğrul yatının yanına kadar sokulur ve kürekleri havaya kaldırarak sevinçle Atatürk'ü selamlarlardı.
|