Ege'de barış rüzgârı...
Kurtuluş Savaşı'ndan hemen sonra, 1923'te Lozan'da barış anlaşmasıyla birlikte "Türk-Yunan nüfus mübadelesi"ne ilişkin bir protokol imzalanmıştı. Buna göre Müslüman Türkler ile Ortodoks Rumlar karşılıklı değiştirilecek ve tekrar geriye dönmeyeceklerdi. Biz Türkler, Yunanlılar'a Atatürk ilkelerini ve o ilkelere olan bağlılığımızı bile tam olarak anlatamamışızdır. Biz Atatürk'ün Misak-ı Milli ile tespit ettiği topraklarımızdan ne bir karış toprak verebiliriz, ne de bir karış toprak alabiliriz. Milli toprak politikası bu ilkeyi benimsemiştir ve bu ilkenin dışına da çıkmamıştır, çıkamaz da... Bu politikanın teminatı yine benimsediğimiz ve Atatürkçülüğün dünyaya haykırdığı "Yurtta sulh cihanda sulh" sözüdür. Biz Türkler'in kıta, hava sahanlığı, adaların silahlandırılması ve Kıbrıs olayına bakış açımız, bu bağlılık doğrultusunda bellidir ve hiçbir düşmanlık duygusu içermez. Sonuçta Misak-ı Milli sınırlarımızın güvenliği ve varlığımızın Batı medeniyetiyle bütünleşerek devamı, Akdeniz'in bir barış gölü olmasından geçmektedir. İkinci Dünya Savaşı'na neden iştirak etmemişizdir? Savaş sonunda bize sunulan on iki adayı neden kabul etmemişizdir? Çünkü biz Türkler'in yeni topraklara, yeni karışıklıklara, yeni acılara değil, yalnızca ilerlemeye ve Batı ile bütünleşerek sulh içinde mutluluğu yakalamaya ihtiyacımız bulunmaktadır. Globalleşen dünyaya savaş değil, mutlaka barış getirilmelidir. Politikacılarımız tarihten ders almalı, birbirlerinin hak ve menfaatlerine saygılı olmalı, aralarında anlaşarak toplumlarına barış armağan etmelidirler. HÜSEYİN TÜRKER-MUDANYA
|