| |
Yaşar Kemal bana kızıyor ama!
Küfrün ağızlarında süs gibi durduğu 3 adam tanıdım. Biri Can Baba'ydı. Merhum Can Yücel yani. Gür bıyığıyla, kaba sakalı arasında dudak payı azıcıktı onun. Ama küfretmeye başladığında o saklı dudaklar gerilir, büyür, ağzı bir yanardağ ağzı olup lav gibi püskürtürdü küfürleri. Hep anlatırlar da aslı var mıdır bilmem. Bir keresinde, hem de sahne ortasında, hem de yüzlerce kişinin önünde "Nazım bir kartpostal şairiydi" diyen ünlü bir kadın yazarımıza kızmış ve mikrofonu kaptığı gibi gürlemiş Can Baba; "Kadın kadın edebinle konuş. Kart sensin, postal da senin k.çına g.rsin!.."
Maç kaç kaç?.. İkinci küfrengiz adam, Halit Çapın... Saati sor küfretsin. Maç skoru sor sinkafı ye. "Hal hatır nedir?" de, de ve gör başına geleceği. Lakin değil kızıp, rahatsız olmak, bebek ninnisi gibi gelir Halit Çapın küfürü adama. Gözleri çocuk ışıltısı içinde ayıplı laflar düzmenin böyle bir ustası olmak vay ki vay!.. Bir de Yaşar Abi bin okka edip sallar küfrü. Yaşar Kemal küfretti mi gök gürlüyor sanırsın. Öyle sunturlu öyle ağır tonajlı söver ki; Toroslar'dan kafana çığ düşse daha evla...
Durum ciddi!.. Arada laf getirip götürenler anlattı. Dediler ki; "Yaşar Kemal sana çok kızmış. Ha pasa küfrediyor..." Bi sondaj yaptım ki; öyle şamatası, matrağı yok işin. Essahtan sahi dümdüz gidiyormuş bana Yaşar Abi... Sebebi, hakkında yazdığım bir yazıymış. "Menderesler'in idamını izle" diyen istihbarat şefine; "İzlemem. Ben Çingene miyim?" diye hatıra nakletmişti ya, ben de; "Deme böyle abi. Her cellat Çingene değildir. Her Çingene de cellat!" diye karşı çıkmıştım. O yazımın tamamını okuyunca da; "Vay!.. Savaş bana ırkçı demek istiyor!" diye celallenmiş anında. Sonrası da kalaylama seansları...
Maksat hasıl olmadı İkimiz de Adanalıyız. Bizim oralarda kirveye, sağdıca bir de nikâh şahidine yakın akraba gözüyle bakılır. O bakımdan bir nevi akrabayız Yaşar Abi'yle. Çünkü nikâhımda şahidim olmuş, sonrasında da iş güç meselelerimde bin bir kereler koltuk çıkmıştı bana... Tavuk bile su içip Allah'a bakarken ben kalkıp da hınk eder miyim Yaşar Abim'e. Ama öyle bir hassas konu ki, hani maksadı aştıysak bile niyet vallah kırmak kızdırmak değildi.
İtirazım var!.. Nebil'le Mehmet Tezkan'a bir olay anlattım ve "İşte bu olay yüzünden çok üzüldüm o Çingene benzetmesine. Yaşar Usta'ya itirazım bu nedenleydi" dedim, gülüştüler. Sonra da dediler ki; "Sen bunu böylece anlatıp açıklasan Yaşar Abi'nin ne kırgınlığı kalır ne küfürbazlığı..." Korkudan yanına varamadığım için, ol hikâyeyi buradan nakledeyim de ya bizzat okur ya da biri yetiştirir elbet...
Dikili ağaç yok Kedi olalı bir fare tutayım deyip, köhne bir film çekmiştim 3-5 yıl evvel. Hikâyeyi de kendim yazıp, Çingene bir dansözün hayatını mıncıklamıştım. Filmin daha ilk dakikalarında 2000 yıl önceye dönüp İsa'nın Çarmıha Gerilmesi sahnesiyle başlatmıştım öyküyü. İşte orada Müşfik Kenter'in ağzından şöyle anlatıldıydı efsane: "Derler ki; İsa'yı çarmıha gererlerken bileğine, ayağına çakılan çivileri Çingeneler yaptı. İşte bu yüzden lanetlendi Çingene ırkı. Geçtikleri köprüden bir daha geçemesinler, aynı su pınarından bir daha su içemesin, iki defa çimemesinler. Yuvaları, ocakları olmasın, hep göçsünler, hep yürüsünler. Dikili ağaçları, bacası tüten evleri olmasın..."
Yavuz Bingöl vakası Sonra aradan aylar geçti, yolum İzmir'e düştü. Bir gece Efes Oteli'nin lobisinde Atıf Yılmaz'a rastladım. Sonra Çolpan İlhan, Kerem Alışık ve Yavuz Bingöl geldi yanımıza. Laf lafı açtı, muhabbet yoğunlaştı. Geç vakte doğru da Yavuz kulağıma eğilip; "Abi vaktin varsa bir derdimi dökeyim sana özel olarak" dedi, kalktık. Otelden çıkıp Kordon'a doğru yürümeye başladık. Yavuz gerçekten de çok dertliydi. Şimdi "derdi neydi?" demeyin söylemem. Özel bir konuydu. Ara sıra gözünden sicim gibi yaş iniyordu Yavuz'un. Onun tam da o felaket anında birden 4-5 Çingene çocuğu bitiverdi yanımızda. Ellerinde güller, mendiller bulunan sokak satıcısı çocuklardı bunlar.
Sinyal bize mi?.. Yavuz'un o halini görsünler istemedim, kış kışladım bütün şorşakları. Ama bir tanesi. Şöyle kara çalı gibi kısacık, çelimsiz, marsık renkli olanı asla bırakmadı peşimizi. "Git!" diyorum gitmiyor, "tokatı basıcam!" diyorum tınmıyor. Yapıştı ki tam yapıştı velet. Sonunda kolunu yakalayıp bağırdım: - Ne len?.. Almayacaz çiçek miçek. Git dedim mi git işte. - Ağabii. Savaş ağabii. Çiçek satmak değil maksadım ağabi... - Ne o zaman? Bizi mi sinyalliycen? Yok para mara!.. - Vallahi o da değil abi. Bi şey soracam sana naşlayacam sonra... - ?!... - Sorayım mı abi? Mühim soru bak... - Sor hadi len kareta. Ne soracan?.. - Abi senin filmi seyrettim ben. Aylecek gittik seyrettik hem de. Bu İsa Peygamberimiz'in eline çivi batırmışlar ya hani? - Evet ne olmuş?.. - Abi bizimkiler yapmış onu ha, di mi?.. - Sıkıldım ama bak. Bırak tarihi coğrafyayı da sor sorunu hadi!..
Günah tallahi O anda zınk diye duruyor çocuk. Sanki transa geçiyor ve gözleri doluyor aniden. Yanağına doğru iki damla yaş yuvarlanıveriyor. Kısık ama asi bir sesle konuşuyor boşluğa boşluğa bakarak: - Niye böyle yapmışlar da beddua almışlar bizim atalar be abi? Bak bizim şu halimize şimdi. Günah değil mi hepimize ya?..
Sen istersen İşte o lahza put gibi kalma sırası bana ve Yavuz'a geliyor sanki. Ciğerimizden dom dom yemiş gibi sarsık-sersem oluyoruz. Yavuz bana bakıyor, ben Yavuz'a. Çocuk ağlayarak çekip gidiyor ama biz de can kalmamış ki bir şey diyelim... İşte yaşadığım o şokun aslı faslı bu. Her zerresini yalansız, abartısız anlattım yemin içerim... Yani benim itirazım Yaşar Kemal'e filan da değil de, Çingeneler'e yapılan binlerce yıllık hotzotaydı aslında. Bunu en yapmaması gereken bir dev adam aksi laflar edince darıldım ve o satıcı çocuk gibi hissettim kendimi. Sitemim onaydı yani Yaşar Abim. Sen istersen yine küfret bana ama, ben seni hep çok sevicem abim. Bağışlarsan ellerinden saygılarla öperim...
|