| |
Polonezköy'de 24 saat
Yıllar var ki Polonezköy'e uğramıyorduk. Geçen cumartesi gazladık gittik. Bir gece kalıp, pazar günü öğle sularında döndük. Bu 24 saatlik süre içinde olumlu ve olumsuz anılar birikti...
ÖNCE 'HOŞ' ANILAR * Gitmek kolay... Kadıköy'den 35-40 km tutuyor. O civara Beykoz Konakları, Acarkent gibi gelirleri kalburüstü olan insanlar yerleştiği için yollar gayet iyiydi. SİT alanı ilan edildiği için Polenezköy'ü hafızamda yer ettiği şekliyle buldum: Yeşilin envai tonu, güller, kiraz ağaçları... Ve hepsi olmasa da birçoğu 1842'den itibaren buraya yerleşen Polonyalılar'ın farklı bir üslupla inşa ettiği evler... * 'Kaçamak'ın yeni anlamı... Eskiden, yani yuvarlak hesap 1980'lere dek Polonezköy tam bir 'kaçamak' yeriydi. Sevgilisini alan kapağı buraya atardı. Çift bir pansiyona yerleşir, tatlı vakit geçirir, bu arada Polonyalı ailelerin yaptığı yemeklerden tadardı. Sonra orta sınıf palazlandı. Otomobil endüstrisi ve 'değişik yerler görme merakı' gelişti. Böylece ilişkiler de değişti. Sabah gidilip akşam dönmeye 'kaçamak' denir oldu. Dolayısıyla Polonezköy'deki hayat da buna göre yeniden düzenlendi. Bakalım neler olmuş? * Leonardo'nun sırrı... Son zamanlarda Polonezköy'e giden herkes 'Leonardo'dan söz ediyor. Niye? Şöyle: Leonardo epey büyük, ağacı çimeni bol bir bahçede kurulmuş bir restoran-kafe. Hafta sonları, saat 11:00- 17:00 arası açık büfe yemek veriyor. Bedeli; alkollü ve alkolsüz içecekler hariç 35 milyon lira. Bir kere çok iyi malzeme kullanıyorlar. Taze ve temiz. Yemeklerin lezzeti aşçının bilgili ve becerikli olduğuna işaret. * Bir günde kilo alabilirsiniz... Önce bir masaya yerleşiyorsunuz. Sonra peynirden salataya, pilavdan et yemeğine, kebabına, kızarmadan zeytinyağlısına, jambondan turşusuna, börekten tatlıya... Velhasıl binbir türlü yemeğe saldırıyorsunuz. Böyle bir ortamda çocuklu aileler çok rahat ediyor, çünkü arka tarafta kocaman bir oyun alanı var. Diyelim ki grup halinde gittiniz. Bu kez de bahçenin ayrı bir alanında aynı yeme-içme düzeneği kuruluyor. Böylece kimse birbirinden rahatsız olmuyor. * Yazın havuz da var... Leonardo'nun bir başka çekici yanı da havuzu. Restorana yerleşen bahçenin bir başka köşesindeki havuzdan yararlanıyor. Tabii, havalar henüz ısınmadı. Ama yaz boyunca, yeşilin ortasındaki bir havuza girmek, kenarında güneşlenmek hoş olsa gerek. Bu arada, ortalıkta dolaşan, şirin mi şirin, Cipso adlı bir köpekleri var ki... Onunla oynamak başlı başına bir zevk. *Birçok oteli solluyor... Bitmedi!.. Saat 13:00 civarında açık büfeye yeni atraksiyonlar ekleniyor. Örneğin köfte, pirzola, tavuk geliyor. Bu arada bir de 'alevli meyve tatlısı' hazırlanıyor. Armutları, ananasları 'kanyak' ile pişirip üstüne çikolata sosu ekliyorlar ki... Gayet güzel. Ben böyle çok açık büfe gördüm. Ancak çoğunda, ne hikmetse, yemekler saman tadındadır. Burada değil. * Kadınların sevgilisi... Cumartesileri fazla kalabalık olmuyor. Ancak pazarları, hele hava da güzelse, iğne atsan yere düşmüyor. Hafta içinde ise daha çok kadın grupları geliyormuş. Yani: Gün seçerken bu dediğimi göz önüne alın. Biliyorsunuz artık turizm iyice kitleselleşti. Her tarafa, her keseye göre 'tur' düzenleniyor. Bir anda lokanta meraklı bakışlı insanlarla (çoğu kadın) doluyor. Niye geldiniz? "Hiiiç, merak ettik!" Çevreye bakıp bir kahve içip gidiyorlar. *'Vatandaş' gözüyle... Ben her zamanki gibi 'gazeteci' kimliğimi gizlediğim için garsonlardan 'normal vatandaş' muamelesi gördüm. Çok da memnun kaldım. Bir yerin sahibi-işletmecisi malzemede ve mutfakta gösterdiği titizliği; işini bilen, hızlı ve nazik servis elemanlarını istihdam etmede gösterince... Başarı kendiliğinden geliyor işte. Biraz üşüdüğümüzü hissettikleri an içeriden şalları getiriverdiler. Böylece, yağmur çiselemesine rağmen bir saat daha bahçede, tentenin altında oturabildik. (YARIN: Polonezköy ve civarında başka neler gördük? Bir de, tabii eğer yer kalırsa, 'nahoş' anılar...)
|