| |
Bir "zavallı"dan zavallı niteleme
Yazı yazıyorsan, kullandığın sıfatların ne anlama geldiğini bileceksin! İnsanları küçük düşürmek veya korkutmak için sıfat kullanılmaz. Sonra, ülkenin "iyi yetişmiş" okuyucularının gözünde gülünç duruma düşersin. Hürriyet'in "tellallığını" üstlenmiş olan malum yazar, (ki son derece uygun bir görevde olduğunu düşünmekteyim), hem gazetede yazarlık, hem TV'de yöneticilik, hem de "teke tek" yaptığını belirterek, bu yüzden çok kazandığını ve satın aldığı villaların hakkı olduğunu söylüyor. Sonra da bana, "zavallı" diyor. Peki, kimler için kullanılır bu sıfat? Ya belirli şartlar sebebiyle, yoksul ve yoksun duruma düşmüş insanlar için kullanılır, mesela dünyada hastalık, baskı, savaş ve yoksulluk altında inletilen milyarlarca insan için kullanılır. Ya da herhangi bir kişiyi, "küçümsemek" için kullanılır. "Zavallının teki işte ne olacak, kaile almaya değmez" anlamında... Malum yazar, beni bu "kategoride" değerlendiriyor. Ama "kaile almaya" da devam ediyor. "Onur ve gurur" duyarım beni böyle nitelendirdiği için... Ya çok yakın arkadaşımdır deseydi ne yapardım yarabbi? Yazarın bu seviyesiz ve mantıksız nitelemesi, aslında kerameti kendinden menkul bir lortluk sendromudur! Asaletle bağdaşmaz! Bu bakış açısı mantıklı olsaydı, kendisi de Aydın Doğan açısından "zavallı" bir statüde olurdu. Bunların bakışıyla, ya aileden zengin olmakla ya da hangi yöntemlerle işgal ettiğin belirsiz makamlara ulaşmakla, derhal herkesi "zavallı" görmeye başlayacaksın. O zaman tabii ki kendin gibi olmayanlar zavallı olacaktır. Bilgeler, "yükseldikçe alçalmayı bileceksin" der. Malum yazar, lafı tersinden anlamış: "Yükseldikçe tepeden bakacaksın!" Bu gibilerin, yükselmekten anladıkları, "değer yükselişi" değil, "para ve şöhret yükselişidir" çünkü... Eğer şu zavallı "zavallı" nitelemesi bir anlam taşısaydı, Babıali'de alınterleriyle çalışan on binlerce gazetecinin de "zavallı" olması gerekirdi. Ama gerçek gazeteciler, bu prototipin birçok örneğini gördü yaşadı. Babıali'nin "fiilen ırzına geçildiği" son 10 yıllık dönemde, kendilerinin bile inanmakta güçlük çekecekleri derecede yükselme fırsatı bulmuş olanların, "açlık" veya "yoksulluk sınırında" yaşayan insanları "kara kalabalıklar" olarak, kendi dürüst meslektaşlarını da "çapsız zavallılar" olarak değerlendirmeleri hep bu zihniyetin ürünüdür. Onların "çapsız"dan kasıt ettikleri "dümen döndürmeyenler"dir. Çünkü cipi, villayı ve dolarları kaptın mı "çaplı" olmuş oluyorsun. Bakın, 40 yıllık emektar gazeteci Engin Köklüçınar, son çıkan kitabında (Parayı Veren Kitabı Okur) vaziyeti nasıl tarif ediyor: "Babıali'deki çay-simit ikilisinin yerini, İkitelli'deki şarap-somon ikilisi aldı!" Bir gazeteci "Babıali'ye yalınayak geldim. Kıçımda pantolon yoktu. Ama şimdi yüzme havuzlu villalarda oturuyorum" demekte hürdür. Ama bunun bir maliyeti olduğu da unutulmamalıdır. Yusuf Ziya, "Parmaklarım arasındaki şu kalemi, elmas zümrüt kakmalı, som altın hükümdar asasına değişmem" diyordu. Peh!.. Şimdi altın asalar geçerli değil, cip ve villalar yetiyor. Malum yazar bana, "Patronunun banka batırmasını yazsana" diyor. Köylü kurnazı, beni yanlış tartışma batağına çekmeye çalışıyor. Etibank'ın hangi şartlarda, nasıl şavullendiğini zaman gösterecek, o zaman bol bol konuşuruz. Peki ama "POAŞ'ın alımından doğan 1.2 milyar dolarlık borcun devletin sırtına nasıl yıkıldığını" kim yazacak, biz olmazsak! Eh!.. Zaten bunları yazdığımız için "zavallı" oluyoruz ya!.. O sebeple bu niteleme, bizim gazetecilik madalyamızdır.
|