| |
Hukuk ulemasına yürütme erki dersi
Yazının başlığına bakıp da, şu güzel Pazar gününde, hukuki ve politik argümanlarla kafanızı ütüleyeceğimi sanmayın sakın... Sadece bir gerçeğimizi anlatacağım size. Durup dururken başını derde sokan ülkeler sıralamasında bir numarayı işgal eden Türkiye, bir rekora daha imza attı. Ankara, YÖK çorbasının içine, İHL sosunu da katarak, pişirdi, kaynar vaziyette milletin önüne koydu. Kaşığı sallayanın damakları haşlanıyor şimdi... Tabii çorbayla ilgilenenleri kast ediyorum. Bu çorba, bir inat ve korku çorbasıdır! Türkiye böyle çorbalar konusunda öyle hünerlidir ki, bir de bakmışsınız, eğitimin şekli ve içeriği tartışmaları bir anda, Lozan ve Sevr kapışmasına dönüşüvermiş!.. Üniversitelerin akademik fecaati ve özerksizliği, lök gibi ortada durmaktayken üstelik... Öte yanda, kendi halinde yaşayan milyonlarca yurttaşın, kendi problemleriyle uğraşmaktan kel başını kaşıyacak vakti yok. Azınlık bir nevi tenis oynuyor, çoğunluk seyrediyor. Çünkü bu oyunu oynamaya mecburlar. Asıl meseleleri çözmek maça istiyor da ondan... Memleket, istihdam edilen bir çalışanın 100 liralık ücretinin üzerinde, yüzde 50'ye yaklaşan vergi ve sigorta yükü açısından yine dünya birincisi durumunda... Şeffaflıkta 90. basamaktayız. Muş ilinde yaşayanların yüzde 60'ı lağımlı su içiyor. Komşu illerde ne içildiği ise meçhul!.. Rekorlara doymuyoruz, evelallah! Bir de tamamen kendimize has bir "ekonomik büyüme" türü icat etmiş bulunuyoruz. Ekonomi büyüyor ama istihdam daralıyor. Türkler, gün günden daha çok işsizleşiyor ama ekonomi büyüyor. Öyleyse işverenler Marslıları işe almaya başlamış olmalılar. Gündüz gelip çalışıyorlar, gece gidiyorlar. Potansiyel işveren ve irili ufaklı sermaye sahipleri, yeni yatırımlara yönelmiyorlar. Çünkü, istihdam ettikleri her çalışan için koyun gibi kırpılacaklarını biliyorlar. Üretkenlik ve verimlilik için yüksek teknoloji yatırımı da pahalı olduğundan, kâr marjları gittikçe düşüyor. Devletin ve mevzuat hazretlerinin yarattığı bu ucube ortamda, yatırım yapmak için geri zekalı olmak lazım... Bir de buna, işveren kesiminin, genel olarak "hırsız, uğursuz, zengin ve göbekli" olarak algılandığını ekleyin... Ama bakınız, Anayasa ve İdare Hukuku uleması, neyi tartışıyorlar günlerdir: Milli egemenlik kimin elindedir? Milli İradeyi neresi temsil eder? Yürütme hangi kurumların elindedir? Ben bu alimlere bir soru sormak istiyorum: Türkiye'de takribi 12 milyon işsiz var. İşsiz yurttaşların "çalışma hakkı" hakkında ne düşünüyorlar? Kendi yurdunda doğup büyümüş, dedeleri savaşmış, icabında kendisi de askerliğini en zor şartlar altında yerine getirmiş bir tek yurttaşın, en temel anayasal hakkı olan "çalışma hakkı" hususunda ne düşünüyorlar? Cebinde Türkiye Cumhuriyet hüviyet cüzdanını taşıyan bir insana, "çalışabileceği bir iş ortamı yaratamamış olmak" en büyük anayasal suç değil mi? Bugünkü ve geçmişteki bütün hükümetler, ülkeyi getirdikleri bu işsizlik ortamı sebebiyle, aynı anayasal suçun failleri değiller mi? Bunu konuşan yok ama! Ulema tayfası, kafayı "yürütme erki"ne takmış... Halbuki Türkiye'de iki "yürütme" ceşidi vardır. Birisi, güya iş yapıyormuş havasında olan hükümetlerin elindeki "yürütememe erki"dir. Çünkü işler yürümemektedir... İkincisi ise, işini kalıbına uyduranların, çeteleşenlerin, tezgahtarların ve üç kağıtçıların "parayı yürütme" erkidir! Milyonlarca yurttaş da, bir kıyıda oturmuş, tenis maçını seyreden gibi, bir yürütemeyenlere bakmakta, bir yürütenlere bakmaktadır. Tenis maçı devam etmektedir ve edecektir! Allah bu milletin aklını özel olarak koruyor!.. Keçileri kaçırmasın diye...
|