Korkuyoruz...
Bazı ekonomik göstergelerde bozulma sinyalleri var. Bunları sayfalarımız işliyoruz. Ama toplumun bu sinyaller karşısında gösterdiği tepki ilginç ve üzerinde konuşmaya değer. Kabul edelim, hemen hepimiz korkuyoruz. Krizin yara bereleri henüz iyileşmeye başladık. İşlerini korumuş, çalışmaya devam eden kesimleri kastediyorum. Ankara'nın işsizliğin azaltılması adına adım atamadığını biliyoruz. 20 milyon çalışan sayısı nüfusunun artmasına rağmen değişmiyor. İşsizlik konusunda utanç verici bir politikasızlık içinde olanların hala prim yapmalarının tek bir nedeni var; İnsanlar istikrar arıyor ve geleceğe iyimser bakıyor. Kavga, çatışma istenmiyor. Mevcut istikrarın, gelecekte yeni işyerlerinin açılmasına, ücretleri reel olarak artıracağına inanan milyonlarca kişi AKP'yi sessizce izliyor. Hükümetin AB perspektifi destekleniyor. Son günlerde enflasyon, cari açık gibi temel göstergelerdeki "tekleme" bu iyimserlik dalgası üzerinde keyif çatan ekonomi yönetimi için ciddi bir uyarı. Ama bu uyarı, toplumun korkularını da tetikliyor. Uygulanan döviz kur politikası, kurun dalgalanmaya bırakılmasına dayanıyor. Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti'nin dediği gibi, "Cari dengede bozulmanın ilacı döviz kurudur. Bunun asıl telafisi kamu maliye politikalarıdır" Yani, Türkiye'nin (nakit akışı, döviz gelirleri-döviz giderleri) cari dengesi bozulursa, dövizin değeri artar, TL'nin değeri düşer. Şimdi gelin bunu, bankalardan TL veya döviz kredisi kullanan insanlara anlatın. Ne demek istediğimizi anlatabilmek için tüketici kredilerindeki gelişmelere bakmak gerekiyor. Aralık 2002'de 2.3 katrilyon liralık tüketici kredi kullanılmıştı. 2004 yılı Nisan sonu itibarıyla kullanılan tüketici kredilerinin hacmi ise 13 katrilyon liraya çıktı. Kişi başına ortalama 15 milyar liralık kredi kullanıldığını varsaydığımızda, kredi kullanan kişi sayısı 800 bine ulaşmış olmalı. Bu rakamın üzerine 7 katrilyon liralık kredi kart harcamasını ekleyin. Yani ciddi bir borçlanma dönemi başlamış. Bankacılık sisteminin toplam bilanço büyüklüğünün 236 katrilyon lira olduğu düşünüldüğünde, tüketici kredilerinin bilançoya oranı yüzde 10'a yaklaşmış. Yüzde 15'e ulaşması kimilerine göre "alarm çizgisi." Yani geleceği parlak olacağına inanan insanlar borç yoluyla yaşam standartını yükseltiyor. Bu yüzden "kriz" lafından nefret ediliyor. Borçlanmaya hazırlananlar da faiz ve döviz kurlarının yükselmesi istemiyor. Kriz dönemlerinde bu ülkede düşük kur, yüksek faiz nedeniyle ciddi para kazanmış uluslararası karakter taşıyan fonlar ise dövize dönerek çoktan piyasaları terk etti. Onlar yeni bir kazanç döneminin başlamasını yani "klasik oyunun tekrarını" bekliyor. Klasik oyun için yüksek faiz ve istikrarsız ortam gerekiyor. Faiz dışı fazla oranını bir puan düşürerek yatırım imkanını artırmak isteyen hükümet ile faiz dışı fazlanın aynen korunarak, borç ödeme kapasitemizin sürmesi isteyen IMF arasında ilginç bir müzakere sürüyor. Bu günlerin AKP Hükümeti acısından gerçek bir sınav olacağını düşünüyorum.
|