| |
Cesur, tutarlı ve dost
Fransız gazeteleri dün 60-70 öncesinin Türk basınını çağrıştıran manşetle çıktı: "Cumhurbaşkanı Chirac bugün önemli bir basın toplantısı yapıyor." 1940'ların Türk basınında da benzeri başlıklar atılırdı: "Milli Şef (İsmet İnönü) bugün mühim bir nutuk irat edeceklerdir", "Milli Şef bugün matbuata mühim izahatta bulunacaklardır" gibi... Ancak Fransız basını habercilik tekniği açısından eski başlığı atmakta haklıydı. Çünkü Chirac seçildiği 1995'ten bu yana üçüncü kez basın önüne çıkıyordu. Bundan önce son randevusu ise ta 1998 Nisan'ında olmuştu. Cumhurbaşkanlığı iletişim danışmanlığından (Chirac'ın kızı Claude Chirac yönetiyor) dağıtılan bültende, toplantının "25 üyeli AB'nin yararlarını anlatmak" amacıyla düzenlendiği bildirildi. Ancak herkes Chirac'ın kıyamet koparan iki konudaki görüşlerini açıklamak için bu girişimde bulunduğunu biliyordu: "AB Anayasası halkoyuna sunulacak mı" ve ondan bin kat önemlisi "Türkiye, AB'ye girebilecek mi?"
Dayanılmaz baskılar Sözü Chirac'a vermeden önce toplantı öncesi Fransa'daki havayı özetleyelim: İktidardaki UMP'nin lideri Alain Juppe, "Türkiye konusunda Cumhurbaşkanı'nın çizgisini izlemek zorunda değiliz" dedi. İktidarın küçük ortağı UDF'nin lideri François Bayrou, Chirac'ı "Türkiye'ye açıkça 'hayır' demeye" çağırdı. Eski Cumhurbaşkanı ve AB Anayasası'nın mimarı Giscard d'Estaing, Türkiye'nin Avrupa'da olmadığını ima için "İstanbul Boğazı, Anadolu'nun ortasından değil, kenarından akıyor" dedi. Fransa'ya en çok sığınma başvurusunun Türkler ve Çinliler'den geldiği açıklandı. Kamuoyu yoklamasında Chirac'a halk desteği yüzde 32'ye indi. Chirac işte böyle zehirli bir ortamda, Elysee Sarayı'nın balo salonunda 200 gazetecinin karşısına çıktı. Önce 20 dakikalık yazılı metin okudu. Sonra, "Sıra sorularda" dedi, yağmur gibi yağdı.
Kötü bir sürpriz yok Türkiye'yle ilgili soruları iki grupta topladı: "Üyeliği istenebilir mi?" ve "Bugünkü koşullarda mümkün mü?" İşte söyledikleri: "Türkiye'nin Avrupa'da yeri var. Ancak üyeliği koşulları yerine getirmesiyle mümkün olabilir. Türkiye'nin üyeliğinin kısa vadede değil ama uzun vadede arzu edileceğine inanıyorum." Chirac, AB Komisyonu'nun raporu olumlu çıkarsa Aralık'ta müzakerelere başlanabileceğini, ancak görüşmelerin çok uzun ve çok zorlu geçeceğini vurguladı, üstüne basa basa "Bu, 10-15 yıllık bir perspektif olacak" dedi. Bizce asıl önemlisi bundan sonraki vurguları: "Güçlü bir devlet olan, istikrarlı, modern, demokratik, 1924'ten bu yana laik Türkiye'yi yanımıza almamız siyasal çıkarımızadır. AB üyesi bir Türkiye bölgesine model oluşturur. Etik veya dini gerekçelerle onu reddetmek veya kenarda tutmak hata olur, Batı ile İslam'ı karşı karşıya getirip medeniyetler şoku yaratmak isteyenlerin oyununa gelmek olur." Böylesine baskı altındaki bir liderden bundan fazlasını bekleyemezsiniz. Ancak 1999 Helsinki kararında imzası olan ve Osmanlı uygarlığına tutku ölçüsünde meraklı bir liderden de bundan azını bekleyemezsiniz. Hem sonra Erdoğan daha üç gün önce Schröder'in önünde "Aralık'ta Türkiye'ye evet denmesinin hemen üyelik sonucu doğurmayacağını hepimiz biliyoruz" demedi mi? Bizce Chirac kocaman bir teşekkürü hak etti. Merci Monsieur le President.
|