|
|
Mesleki sorumluluğumun bilincindeyim!
Arada olur böyle. Okuyucunun teki coşup, üşenmeyip, bana uzun uzun bir mektup yazar. Genellikle kendisi için hayati önem taşıyan bir konuyu anlatmakla başlar işe: Mahallede imarsız bir bölgeye yapılan kaçak inşaat, Amerika'nın Irak politikası, Medeni Kanun'daki değişiklikler... Kendi hayatından da uzuun örnekler vererek konuyu pekiştirir ve başlar o sinirle bana bulaşmaya: Sen ne biçim gazetecisin"den, "O köşeyi işgal etme"ye, "Vatan haini entel"'den, "Sizin gibi parası bol beyaz Türkler'in alayının..." gibi geniş bir yelpazede fikirlerini söyleyenler ortaya çıkar tek tük de olsa. Dertleri şudur: "Neden incir çekirdeğini doldurmayan komik komik yazılar yazıyorsun da, memleketin önemli meselelerine değinip halkı bilinçlendirmiyorsun?"! Kısaca yanıt vermek istiyorum bu vesileyle: Kimseyi bilinçlendirmek istemiyorum. Tersi, şuursuzca gülmelerini istiyorum! Arzu ederseniz sayfayı çevirebilirsiniz. Ama bazen de, taa kalbimin derinliklerinden, veya bağrımdan bağrımdan gelen bir acıyla, toplumsal konulara eğilmek, onları irdelemek istiyorum. Örneğin geçen gün televizyonda bir belgesel seyrettim. (Malum, ben televizyonda sadece belgesel seyreden 70 milyon kişiden biriyim. O Televole'leri, evlilik programlarını falan kim seyrediyor, hala bulamadılar! Son zamanların popüler söylemiyle: Tek seyrettiğim dizi Avrupa Yakası vallahi! Bu arada çarşamba akşamı bizi yine AB grubunda birinciliğe taşıdınız, sağolun varolun!) Ne diyorduk?.. Seyrettiğim belgeselde gözlemlediğim kadarıyla, belgeselciler, biraz kalpsiz insanlar. Bunu irdelemek istiyorum bugün! Hani hep tartışılır ya, gazetecilik ahlakı açısından: Diyelim ki yolda kaza geçirmiş ölmekte olan bir adama rastladın, önce fotoğrafını mı çekersin, adamı mı kurtarırsın, diye. Gazetecinin durumu farklı. Önce haberi yapacak ki, baskıya yetişsin, televizyoncuysa haber bültenine koştursun. Yine de gazeteciler ruhsuz, duyarsız olmakla eleştirilir. Halbuki belgeselcilerin tuzu kurudur! Kimsenin bir belgeselciyi "Ayol çekeceğine git kurtar" diye eleştirdiğini görmedim. Bu görevi üstlenmek istiyorum. Hani köşeyi işgal etmemek açısından! Biliyorsunuz iki belgeselin birinde zavallı hayvancıklar telef olur. Şimdiye kadar en azından yüz kere, geyiklerin kaplanlar tarafından yendiğini, büyük balığın küçük balığı yuttuğunu, yumurtadan yeni çıkmış, denize ulaşmaya çalışan su kaplumbağası yavrusunun kuşlar tarafından akşam yemeği yapıldığını seyrettim. E belgeselci kardeşim, elin ayağın yok mu? Hani gazeteci gibi bir vakit darlığın falan olsa anlayacağım. Anlatıyorsun: "Üç haftadır, su kaplumbağalarının yumurtadan çıkmasını bekliyoruz bu adada" diye. Haydi kaplanı kovamadın, tamam, sadece martılara "kışt" diyeceksin kardeşim! Seyrederken, gözümüzün önünde gitti şuncacık yavru kaplumbağa! Sonra da anlatıyorsun: "Bu mevsimde yumurtadan çıkan yavruların yarısından fazlası martılara yem olur" diye. Tabii yem olurlar! Katliam olmuş, sen orada elinde kamera, takılıyorsun! Belgeselcileri daha duyarlı, daha bilinçli olmaya davet ediyorum. Her şey şan şöhret değil arkadaşlar. Bugün de gazeteci olarak toplumsal görevimi yerine getirdim, artık rahat rahat sinemaya gidebilirim!
|