Varsayalım ki, ben ekonomistim!
Bazen, yıllarca Boğaziçi'nde ne okudum ben diye düşünmeden edemiyorum. Ekonometri, matematiksel ekonomi, insan kaynakları, istatistik gibi birbirinden kazık dersler oku, hepsinden geç... İnsanın kendisine bir faydası olur değil mi? Çok şükür, "Çok para kazanıyorum, bu kadar büyük bir serveti nereye yatırsam" diye dertlenen insanlardan değilim. Hani dolardaki yüzde beşlik, onluk düşüş-çıkış, benim birikmiş paramda çıplak gözle fark edilmeyecek bir değişikliğe sebep oluyor! Anlayın. Yılların istatistiklerine dayanarak şunu söyleyebilirim: Ben nereye yatırım yapıyorsam, takip edin ve o yatırım aracından kaçın! Bir de şöyle bir iddialı halim vardır: Zaten üç kuruşun var, bu işten de anlamıyorsun, bırak dağınık kalsın, değil mi? Yok. İlla dolar alacağım, doları bozup bono alacağım, onu ona böleceğim, kafama göre tahminler yapacağım ve sonunda, başlangıçtakinden daha az param olacak. Ne yapalım, aracı kurumlar kazansın! Gördüğünüz gibi, yatırım bilgisi feci, fakat bütün ekonomik terimler yerli yerinde. İşte ekonomi eğitimi böyle bir şeydir. Ekonomi okuyanlar bilir. Kitaplardaki her cümle "Varsayalım ki..." diye başlar. "Varsayalım ki, bir ülkedeki tüm üretimciler eşit rekabet içinde, ham maddeyi aynı fiyattan alıyorlar, fiyatlar tamamen serbest, gelir eşitsizliği yok, devlet kesinlikle işin dışında. O zaman bu ülkede..." diye gider mesela. Bulalım o ülkeyi, oturalım o zaman! Duymuşsunuzdur. Bir fizikçi, bir kimyager, bir ekonomist ıssız adaya düşerler. Açtırlar. Bir fasulye konservesi bulurlar. Ama nasıl açacaklardır. Kimyager deniz suyu, yosun ve kumu belli miktarlarda karıştırıp bir tür patlayıcı yapmaya çalışır. Denerler, patlamaz. Fizikçi konserve kutusunu bir ağacın altına koyar ve ağacın dallarından birine bir taş bağlar. Hesaba göre; o taşın ağırlığı ve düşüş açısıyla, konserve kutusu açılacaktır. O da olmaz. Ekonomiste sorarlar: "Senin bir önerin var mı?" "Tabii" der ekonomist, "Varsayalım ki bir konserve açacağımız var..."! Bizim kuşağın ekonomiyle imtihanı kumbaralarla başlamıştır. 70'li yıllarda ve daha önce çocuklara kumbara verip para biriktirmeye teşvik etme adeti vardı. Bankalar falan hep kumbaralar hediye ederlerdi. Kumbaralar biliyorsunuz, böyle alttan anahtarla açılırdı. Götürürsün annene. Annen şöyle bir sallar ve der ki: "A daha hiç para yok ki, dolsun öyle açarız". Başlarsın kendini paralamaya. Çikolata almazsın, bayramı beklersin, bahşiş peşinde angaryalar yaparsın... Bir sene geçer, kumbara çıling çıling dolar. Sen o parayla neredeyse ev, olmadı bisiklet falan alırım diye düşünürken, anne anahtarı çevirir, paralar dökülür, sayılır. Ve, aynı anne der ki: "Ayy bak yazık, nasıl değeri düşmüş, çocuğum bunlarla çikolata al, başka bir şey alınmaz"! Nasıl ya? Çikolatayı daha ta, o en başında, "bekle de para biriktir" dediğin zaman da alabiliyordum ben? "Ee evladım, enflasyon işte, böyle" Niye para biriktirttiniz kardeşim o zaman? Zannederim enflasyondan bu kadar korkmamızın sebebi, o çocukluk yıllarına dayanır. Yoksa ekonomik bir durumdur yani. Hani "canavar" adı verilmesinin sebebi falan o çocukluk kabusları derim ben. Ekonomist dediğin de budur!
|