|
|
|
|
|
Sultan ahırında film ve yemek
|
|
Yıldız Sarayı Ferhan Ahırları'nda bir sergi vardı. Sima Gandur yaratıcı bir fikirle "Sofra Tasarımı Sanattır" başlıklı sergiye, tema olarak sinemayı seçmiş
Bir "imparatorluk" ne demektir? Yanıt herhalde nereden baktığımıza da bağlı. Ama imparatorluk dediğimiz "vücut ve ruhun" bir ritüeller bütünü oluşu. Yani "bir dizi usül, erkan, merasim". Onların yüzyıllar içinde üst üste katlanışı, bir bütün halinde hayatın her alanında devreye girişi. Bu her imparatorluk için hayati önemdedir. Çünkü imparatorluk "sahip olduğu kültürü" tam da orada ortaya koyar. O kültürün içinde güç var, incelik var, zerafet var, estetik var, ihtişam var, zenginlik var...
Biz Türkler, tarih deyince havanda su bırakmayız. Ama neredeyse her şeyi de hamasi bir nutuk-slogan eksenine çekip geçiştiririz. Okuyan, yazan nadirdir. Bu yüzden de kendi imparatorluğunu dahi bilmeksizin yaşayan toplum, Charles ile Diana'nın hikayelerini, evlilik merasimlerini ezberlercesine bilir. Şimdi bu iş değişecek galiba. Çünkü yeni ve heyecan verici kitaplarla Osmanlı İmparatorluğu'nun hayatını deşifre ediyoruz. Elimizde daha çok taze bir kitap var: "Padişahım Çok Yaşa!" Hakan Karateke yazmış. "Osmanlı Devleti'nin son yüzyılında merasimler." Kitabın yazarı Harvard Üniversitesi'nde ders veriyor, Yakındoğu Uygarlıkları bölümünde. Öyle bir yazılmış ki... Bizzat kendinizi o hayatın, merasimlerin içinde, canlı şahidi gibi hissetmeniz işten bile değil. Ne kadar bilmek istediğimiz şeyler var: Örneğin Dolmabahçe, Beylerbeyi ve Yıldız'dan da enstantaneler, davetler, törenler, ziyafetler... Nereden aklımıza geldi? Geçen hafta Yıldız Sarayı Ferhan Ahırları'nda bir sergi vardı. Sima Gandur yaratıcı bir fikirle "Sofra Tasarımı Sanattır" başlıklı sergiye tema olarak sinemayı seçmiş. Tabii işin içinde sinema, saray ve mutfak olunca hemen herkesin aklına aynı öykü geliyor: "Vatel". Roland Joffe'- nin filmini görenler hatırlayacaklar, eminim. Mutfağa, tarihe meraklı herkesin sevebileceği bu dramatik öyküde Conde Prensi, Fransa Kralı nezdindeki prestijini tekrar elde edebilmek için aşçısı Vatel'den medet ummaktadır.
Vatel, 1671 yılından aktarılan bu gerçek öyküde, olağanüstü zevk ve yeteneklere sahip, sadece pişirdiği yemeğin değil, servis yapılan tüm zamanın bir "toplam sanat", bugünkü deyimiyle bir "happening" olarak kusursuzluğunun peşinde bir aşçıdır. Bu arada nerede ise "Fransa'nın kaderini" elinde tuttuğunu kurmaktadır Vatel. Hep birlikte bu duygulu aşçının, hem büyüklüğünü hem alçakgönüllülüğünü izleriz. Hem de içimiz acıyarak kırılganlığını.
Yıldız Sarayı'nda Sultan'ın gözde atı Ferhan'ın adına inşaa olunan ahırlardaki 2. Sofra Tasarım Sanatı Sergisi'nde elbette Vatel'i aradım. Katılımcılardan birinin eli değmiş midir diye! Zor gelmiş olabilir mi? Çok güzel sofralar vardı. Katılan 26 firma arasında çok iddialı düzenlemeler de vardı. Mütevazı olanlar da. Katılımcıların bazıları seçtikleri filmlere doğrudan göndermelerde bulunurken, diğerleri konuyu seçilen bir tema etrafında çeşitlemeler gibi ele almışlardı. Doğrusu ben bu sergiyi, bu çok yaratıcı fikri hazırlayanların yerinde olsa idim "küratör" olarak Atilla Dorsay'ın yardımını isterdim. Bir elinde sinema, öbür elinde mutfak olan Atilla'nın neler anlatacağını merak etmemek mümkün mü? Peki... Hangi sofra benim favorim? Galiba bir birincim yok. Onun yerine farklı katılımcıların farklı parçalarını sevdim. Biliyor musunuz, sergiden çıkarken Yıldız Sarayı'- nda şunu hayal ettim. Aslında "şehzadelerin sünnet düğünü" dışında, neler yenildi, neler içildi, elimizde kesin menüler yok. Ümid ederim, genç ve araştırmacı tarihçilerimiz pek yakında önümüze 16. ya da 17. Yüzyıl'dan mühim bir sofrayı "yemeği ve merasimi" ile yatırırlar da, mirasçısı olduğumuz imparatorluğun kültür puzzle'ında bir parçayı daha yerine koyarız. Hiç unutmamalıyız: Dününü bilmeyen, yarınını biçimlendiremez.
|
|
|
|
|
|
|
|
|