Siyasi kangrene yüzbaşı reçetesi
Balçiçek Pamir'in cumartesi günü başlayan Celal Doğan söyleşisinden Sabah'a manşet olan çarpıcı iddia, üzerinde 95 yıl daha tartışmamız gereken bir demokrasi bombasıydı: "Son gece saat üç buçukta onu (Kemal Derviş'i) evine bırakırken asla CHP'ye girmeyeceğini söyledi. Ertesi gün tersini açıkladı. Çünkü ordunun en üst düzeyinden telefon almıştı, artık direnemezdi.." Neden 100 yıl daha değil de, 95 yıl daha? Çünkü 95 yıl önce de aşağı-yukarı aynı yerde olduğumuz için.. Sene 1909.. Millet olarak Moğol kabusundan sonraki en büyük çöküşün eşiğindeyiz. O ana kadar Batı'dan ithal ettiğimiz en müthiş oyuncak olarak demokrasiyi şehvetle ve dehşetle kullandığımız demler.. Bu toplumun gerçek anlamda ilk gerçek ve büyük siyasi partisi olan, -hayrı az şerri çok- İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Selanik'te yapılan gizli kongresindeyiz. Genç bir adam, bir yüzbaşı, 'Bingazi delegesi' sıfatıyla kürsüye çıkar ve der ki: -Askerler Cemiyet (İttihat Terakki) içinde kaldıkça ne partimiz, ne de ordumuz olacaktır. Subaylarının çoğu Cemiyet üyesi olan 3. Ordu, tam manasıyla modern bir ordu sayılamaz. Orduya dayanan Cemiyet de millet bünyesinde kök salamamaktadır. Bunun için, Cemiyet'te kalmak isteyen ordu mensuplarını bir önce istifa suretiyle ordudan çıkartalım. Ve bundan sonra subayların ve ordu mensuplarının herhangi bir cemiyete girmelerine mani olmak üzere kanun hükümleri koyalım. Hani bugün, Celal Doğan'ın açıklaması üzerine ibret için geçmişten bir benzerlik uydurma ihtiyacı duysam herhalde aynı şeyleri söylerdim. Bu noktada artık Kemal Derviş'in bunları söyleyip söylemediği çok önemli değil. Böyle bir iddianın gündeme gelebilmesi dahi, adına 'demokrasi' denen bir düzen için kahredici, ayrıca Ordu için de karalar bağlatacak kadar düşündürücüdür. Allah'tan ki 1909 İttihat ve Terakki Cemiyeti gizli kongresinde söylenen yukarıdaki sözlerin sahibi ben değilim. Allah'tan ki bu sözlerin sahibi Türk askerlik tarihinin en büyük isimlerinden biri ve de üstelik 'bomba iddia'nın merkezinde duran CHP'nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk.. Bu böyle olmakla beraber yine de, içeriden-dışarıdan sayısız kişi ve odağın yıpratmaktan adeta zevk aldığı Türk Silahlı Kuvvetleri açısından hadiseyi tartışma niyetim yok.. Yıpratma kervanının yolcusu değilim. Gerçi; kendimi zerrelerime kadar sivil hissettiğim ve ayrıca hala geçerli birtakım 'derin ölçüt'ler bakımından herhangi bir 'sakıncalı piyade' boyutum olmadığı için özgür düşüncemin gerektirdiği eleştiriyi hiç kimseden ve hiçbir kurumdan esirgemem. Ancak bu mesele, hakkıyla sorguladığımız zaman kişilerin değil bütün bir kurumun ve dolayısıyla toplumun ağır tahribata uğrayabileceği bir yara.. Hakkıyla sorgulamayıp da dokunarak geçmek ise hiçbir hakikati kesinleştirmeye yaramayacaktır. Onun için daha fazla kaşımadan, yaranın onarımını bizzat kurumun kendi irfanına ve sağduyusuna havale edelim. Öyle umuyorum ki yeni nesil askerler hakiki Atatürk mirasını tekrar kavrayıp mesleki ilkeleri bütün benlikleri ile siyasi ve ideolojik tercihlerinin önüne koyacaklardır. Bu suretle de Mustafa Kemal'in daha yüzbaşı iken tam merkezinden keşfettiği bu asırlık kangreni tedavi edecek kimyaya ulaşacaklardır. Olayda tartışmanın, daha doğrusu öneri getirmenin yararlı ve 'yan etkisiz' olabileceği boyut CHP.. Atatürk'ün 95 yıl önce koyduğu hüküm, iş lafa gelince Atatürkçülüğü kimselerle paylaşmaya dahi rıza göstermeyen CHP'nin bugünkü yöneticilerinin kafasına artık balyoz gibi inmelidir: -Orduya dayanan Cemiyet de (yani parti) millet bünyesinde kök salamamaktadır. CHP, Atatürk'ün bu teşhisinden başka her nerede kurtuluş reçetesi ararsa arasın bulamayacak, milletin bünyesinde kök salamayacaktır. Belki bu haliyle CHP, 'devlet' denen çarklar bütününde bir dişli olarak varlığını ve hatta önemini koruyabilecek ama asla milletin umudu haline gelemeyecektir. Oysa bu durum Türkiye'yi fiilen neredeyse 'tek parti' düzenine mahkum edegeldi. CHP veya bir başka kurum, Atatürk'ün ifadesiyle 'milletin bünyesinde kök salan' parti halini alamadığı için 'merkez sağ' öyle veya böyle Türkiye'yi 'günübirlik' yaşatıp durdu, hiçbir köklü dönüşümü tamamlayamadı. 'Müzmin muhalefet'e Atatürk reçetesi şart.
|