| |
|
|
Bu ne çile Tanrım!
Herhalde eski kafalıyım! Filmlerde 'tutarlılık' arıyorum. 'Tutarlılık' derken elbette 'gerçek yaşam' ile örtüşen bir ilişkiyi kastetmiyorum. Aksi halde ortada 'fantastik film' diye bir tür kalmazdı. 'Tutarlılık'tan kastım 'iç tutarlılık' ve 'işlev'. Örneğin 'Neredesin Firuze'deki 'Firuze' tipini ele alalım. Bir şizofren olan Firuze (Demet Akbağ), şarkıcı türkücü takımına (Haluk Bilginer, Özcan Deniz ve diğerleri) gerçekten yardım (mesela para) ediyor mu? Hayır. Çünkü zaten hayal aleminde yaşayan bir hasta. Peki Firuze'nin varlığı takımda bir sinerji yaratıp borçtan harçtan kurtulmaları için atılım yapmalarına yol açıyor mu? Hayır. Filmin sonunda bizimkiler yine çulsuz. O halde hoş, şirin, tatlı olsa da Firuze tipinin işlevi ne? Gogol müydü, "Öykünün başında bir tüfekten söz edersem, ileride mutlaka patlayacak demektir" diyen? Öte yandan 'Plakçılar Çarşısı'nın her göründüğü bölümde, dama çıkmış "İntihar edeceğim" diye bas bas bağıran 'Fatih Ürek' bir fantastik öge olarak oradaydı. Yani onun varlığı bir tutarsızlık değil; bir motif, bir espri. Gelelim "Hz. İsa'nın Çile"sine... Hıristiyanlığı 'içeriden' yaşamayan, bu dine bilgi ve duygu açısından uzak olan Müslümanlar için anlaşılması zor bir film. İki saat boyunca Hz. İsa'yı dövüyorlar... Tekmeliyorlar... Yumrukluyorlar... Kırbaçlıyorlar... Aşağılıyorlar... Yüzüne tükürüyorlar... Tekrar dövüyorlar... Tekrar yumrukluyorlar... Yine kanatıyorlar... Bir daha tekmeliyorlar... Bütün film neredeyse böyle sürüp gidiyor. 12 Eylül döneminin Diyarbakır Cezaevi üzerine bir film yapılsa bu kadar işkence, bu kadar kan olmaz herhalde. Ancak... Hz. onca iniye yapO dönemde hangi toplumsal grupların, ne tür amaçlarla kapıştığı... Hz. İsa'nın mesajının kimleri etkilediği... Niye ihanete uğradığı... 'Son Akşam Yemeği'nin niye önemli olduğu... Bu ve benzeri soruların cevabı filmde ya yok ya da bir iki cümleyle geçiştirilmiş. Dolayısıyla, ortaya efsane üstüne bir efsane çıkmış. Şöyle: Birincisi, birçok ayrıntısı bilinemediği için yaşamı bir 'efsane' haline gelen Hz. İsa. İşte film bu efsane üstüne bir efsane daha ekliyor adeta. (Yanlış anlaşılmak istemem: 'Yalan' değil, 'efsane' diyorum ve bir F.Bahçeli olarak efsanelerin ne kadar güçlü duygulara yol açtığının da farkındayım!) Bilirsiniz: Hz. İsa'nın ve havarilerinin yaşamı ikonalar (dini resimler) vasıtasıyla da anlatılır. Yönetmen Mel Gibson da sanki ikonların yerine film görüntüsünü koymuş.
***
Yukarıda sözünü ettiğim bakış açısıyla... Yani tutarlılık ve işlev açısından, filmde en çok hangi tipi tuttum biliyor musunuz: Roma İmparatorluğu'nun bölge valisi Pontius'u! Yıllardır yurdundan uzakta kalmış, hataları yüzünden fırçalar yemiş, kargaşaya yol açmadan, ellerini kirletmeden işleri idare etmeye çalışan bir 'sömürge valisi'. Hz. İsa'yı öldürse bir dert, öldürmese başka dert. Bence filmin en tutarlı, en gerçekçi karakteri oydu. Velhasıl, 'kan kültürü'ne aşina olan İslami mezheplere dahil olanları bir yana bırakırsak... "Hz. İsa'nın Çilesi" (ki 'azap' daha uygun bir kelime) ortalama bir Müslüman için fazla kanlı ve fazla 'havada' bir film. Ama cesur ve ilginç!
|