Meğer cinayet anında orada değilmişim...
Gelişmiş ülkelerde, bireyin "günlük yaşamı", daha doğrusu "günlük yaşam kalitesi" her şeyin üzerindedir. Bu konuda, belki de yaşadığımız coğrafyanın "birey" yetiştirecek bir sosyo-ekonomik berekete erişmemesi yüzünden sabıkalı bir toplumuz. Birleşmiş Milletler'in, ülkelerin "yaşam kalitesini" ölçen endeksi bunun en hazin belgesi... Durmadan yuvarlanıp tepetaklak irtifa kaybediyoruz o listede. Son durumumuz, 173 ülke arasında 96'ncı olarak görülüyor. Düşünün ki, Yunanistan 24'üncü, Portekiz ise 23'üncü sırada.
*** Çağdaş dünyada, basının en temel görevi, vatandaşın "günlük standardının" artması konusunda müfettişlik yapmaktır. Basının bu amacı, onu ülke insanının sabah akşam yüz yüze geldiği "bürokrasiyi" denetlemeye iter. Herkesin piyasadan geçindiği ülkelerde, siyaset ortak konu olmaktan çoktan çıkmış, bireyin günlük yaşamı onun yerini almıştır. Zaten AB ülkelerinde de yerel basın, ulusal basın kadar hatta ondan daha fazla etkindir. Çünkü o, günlük yaşamın barometresi sayılır.
*** İçinde bulunduğumuz AB sürecinin de özünde tek bir amacı var, bireyin yaşam standartlarını yükseltmek. Tamamen insana ve onun yaşam kalitesine kilitlenmiş bir anlayış. Türkiye'de vatandaşın yaşam standardını yükseltmeye çalışan bir zihniyet değişimi pek kolay gözükmüyor. Devlet, sadece devletin içindekilere hizmet etmeye alışmış. Üstelik, yetersizliğini kabul edip bunu değiştirmeye yönelik bir esneklik yerine, müthiş bir savunma refleksi geliştirmiş. Ayrıca devlet kurumları, bırakın hatasını kabul etmeyi ya da özür dilemeyi, bir de ürkütücü bir üslupla her şeyin fevkalade yolunda gittiğini söylemeyi yeğliyor.
Geçen yılın eylül ayında uyum yasalarının uygulanmasındaki güçlükleri sergilemek amacıyla yazdığım bir yazıda, şöyle bir cümle geçiyordu: "Anayasa'nın 22. maddesine göre haberleşme özgürlüğü temel bir hak ama 22 haziran tarihli bir genelge, PTT'den çekilecek olan faksların bir nüshasını idareye teslimini şart koşuyor." Böyle bir yakınmaya karşılık duyarlı bir devletten nasıl bir açıklama beklersiniz? Mevcut genelgenin yürürlükten kaldırıldığına dair bir açıklama değil mi? Bizde ise tersi oluyor. Genel Müdür İbrahim Akın ve Basın-Yayın Halkla İlişkiler Müşaviri Mehmet Gökçen imzalı bir açıklama geliyor ve faksların bir nüshasının alıkonmasının nedeni olarak "şikayetlere cevap verilebilmesi" gösteriliyor. Sanki faksın gidip gitmediğini anlamak için yıllara ihtiyaç varmış gibi... Üstelik faksın alıkonmasının ve içeriğinin PTT tarafından bilinmesinin de Anayasa'nın 22. maddesine aykırı olmadığı da savunuluyor.
*** Bunun kadar beni şaşırtan bir benzer metne de geçenlerde rastladım. 26 Ocak günü yabancı bir radyoya yaptığım konuşmanın karşılığını alabilmek için Güneşli'deki bir banka şubesine gitme gafletinde bulunup, kımıldamayan bir trafik yüzünden altı-yedi saat arabaya hapsoldum. Hikayemi anlatan "Cinayet anında oradaydım" başlıklı bir yazı yazdım. Bir bölümü şöyleydi: "Perşembe günkü gazetelerde, Halkalı Gümrüğü'ndeki arıza nedeniyle bir anda bırakılan 3500 TIR ile ilgili anlaşılmaz haberler çıktı. Trafiğin kilitlenmesi buna bağlanıyordu. Ne bir sorumlu bulundu ne de ona yaptırım uygulamak gibi bir çaba gündeme geldi. Köln Radyosu'na yaptığım bir konuşmanın Türkiye'deki bedeli, ömrümüzden altı saatin gitmesi oldu. Bir yetkili, bir cinayet işleyerek zamanımızı katletti. Ben de cinayet işlenirken oradaydım."
İstanbul Emniyet Müdürlüğü adına iki avukat, bunların gerçeği yansıtmadığını, trafik teşkilatının bunda bir suçu olmadığını, altı saatlik kilitlenmenin sorumlusunun Halkalı Gümrük Müdürlüğü olduğunu, tüm makam sahiplerinin görevleri başında olduğunu ve özveriyle çalıştığını anlatan bir yazıyı kaleme almışlar.
*** Sanki ben orada altı saat araba içinde değildim. Sanki bir tek yetkiliye rastlamayan da ben değildim. Tüm bu yazışma neyi değiştiriyor; benim yaşadıklarımın doğru olmadığını mı bana ispatlayacak? Trafiğe salınan araçların ortaya çıkardığı kaosu gidermek trafik teşkilatının işi değildir deniyorsa, evlere giren hırsızların, cinayet işleyenlerin, bomba patlatanların eylemlerini de "beklenmeyen gelişmeler" olarak kabul etmek gerek.
*** AB sürecinde uyum önemli olduğu için bu zihniyetin de değişmesi, eksik ve hataların hizmet örgütleri tarafından kabulü gerekir. Benim, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'dan, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'- dan, İstanbul Valisi Muammer Güler'den, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'dan ve İstanbul Trafik Müdürü M. Necip Ertaş'tan istirhamım, eski sistem, çalakalem her şeyi inkara yönelik zihniyete de göz kulak olmaları... Bakanlıkların savunma refleksiyle yazılan standart açıklamalarına mı inanacağız, kendi yaşadıklarımıza mı? Zihniyet kolay değişmiyor ama hiç olmazsa bu kadar göz göre göre gerçekleri reddetmesek.
|